Esir ticareti
Esir
ticaretinin tarihi epey eskidir. Esirler
yabancı ülkelerin kıyı şehirlerine yapılan baskınlar ile toplanan
genç kişiler ile denizlerde korsanlar tarafından yakalanan gemicilerden
oluşurdu.Yunan’lı tarihçiler İÖ 400 ‘lü
yıllarda Atina’da her ayın ilk günü esir pazarı kurulduğundan bahseder. Burada
bir kürsü üzerine neredeyse çıplak olarak çıkartılan esirler açık arttırmayla
satışa sunulurdu. Bu pazarlarda genç kızların fiyatı diğerlerine göre daha
fazlaydı.Amerika’nın keşfinden sonra işçi ihtiyacı artınca Afrika’dan getirilen
zenci esirler yüksek fiyatlarla alıcı buldular. Osmanlı İmparatorluğunda esir
ticareti önemli bir işti. Genellikle Balkanlar ve Akdeniz kıyılarından
getirilen esirler serbestçe satılırdı.
Bunların bazılarının zaman içerisinde sarayda yüksek görevlere yükseldikleri de biliniyor. Osmanlı’da esir toplama işini
akıncıların işiydi. Akıncılar ordu
dışında yapılanan gönüllülerin oluşturduğu hafif süvari birlikleriydi. Akdeniz kıyılarında
esir toplama görevi ise donanmada görev yapan subaylara aitti.
İstanbul’daki
en önemli esir pazarı Çarşıkapı civarında bulunuyordu. Satışların kurallara göre yapılmasını ‘esirciler şeyhi’ kontrol ederdi. İstanbul’daki esir pazarları 1874 yılında
kapatıldı. Gizli gizli devam eden bu
ticaret ise 1909 yılında tamamen ortadan kaldırıldı.
Eski Türk savaş gemileri
Osmanlı
Döneminde Türk savaş gemileri İstanbul ve Çanakkale’de bulunan büyük tersanelerde
yapılırdı. Buraları o zamanlar dünyanın
en büyük gemi yapım yerleri arasında ilk
sıralarda yer alırlardı. Yabancı devletlerin ısmarladığı savaş ve nakliye buralarda imal edilip,yüksek fiyatlarla alıcı bulurdu.1488
de yapılan amirallik gemisi o çağlarda görülmemiş büyüklükte bir gemi olup,uzunluğu
54 metre,genişliği
ise 21 metreydi. 16.yy da daha büyükleri de yapıldı. Baştarda denilen bu büyük savaş gemilerinde 2000 tayfa ve forsa
çalışırdı.1710 yılından itibaren yapılan yelkenli kalyonlar ise 5 katlıydı ve
içine 3300 kişi alıyordu.110 adet topu ile muhteşem görüntüleri vardı.Savaş
gemilerinin dışında ticari gemilere de önem verilirdi. 17.yy da İstanbul
limanına bağlı ticaret gemilerinin sayısı 2600’dü. Bu gemilerde 30000 kişi
çalışıyordu.
İstanbul Boğazının donması
İstanbul’da
Haliç’in tarih boyunca sık sık, hatta
cumhuriyet döneminde bile donduğu
biliniyor. Fakat İstanbul Boğazının
donması o kadar sık gerçekleşmedi. En
son 9 şubat 1621’de Sultan II.Osman (
Genç Osman ) devrinde olmuştu. Boğaz tamamen donduğundan Üsküdar’dan karşı
tarafa yürüyerek geçildi. İstanbul limanına gemiler yanaşamadığından şehirde
geçici bir kıtlık oluşunca, başta ekmek olmak üzere tüm yiyecek fiyatları
aşırı artmıştı. O devirlerde boğazın
donmasının Sultan II. Osman’a uğursuzluk getirdiğine
inanılmıştı.
Fes
Fes ilk
defa Afrika’nın Kuzey batısında bulunan Fas şehrinde giyilmeye başlandı.Kısa
bir süre sonra da Osmanlı Devletinin son yüzyılı içerisinde her yerinde hatta resmi dairelerde dahi kullanıldı.Fes’in askeri bir zorunluluk
olarak kullanılması gerektiği hakkındaki kanun 1827 yılında kabul edildi. Cumhuriyet devrinde
1925 yılında çıkartılan bir yasa ile fes giyilmesi resmen yasak edilir. Türk
denizcileri 1827 yılında İstanbul’ a gelirken Tunus’tan kırmızı renkli fes almışlardı. İstanbul’ a
geldiklerinde bu fesleri giyerek
dolaşmaya başladılar. Padişah II.Mahmut bir Cuma namazı sırasında kendisine
eşlik eden bu askerleri görünce başlarındaki
fes çok hoşuna gitti. Bundan sonra tüm
ordu mensuplarının fes takmalarını isteyerek bunu resmi bir bildiri olarak
yayınladı. Daha sonra kullanım alanı genişleyerek tüm devlet görevlilerine fes
kullanma mecburiyeti getirilir. Ordunun fes ihtiyacını karşılamak amacıyla 1836
yılında İstanbul’da bir feshane açıldı. Burada 1848 ile 1850 yılları arasında
400.000 adet fes imal edildiği biliniyor.
Kovulan
hekimler
Tarım ve gıda
bakanlarından olan Tekirdağlı Ahmet Ağa’nın kolundaki yaranın tedavisi için o
dönemin çok tanınan biri Macar diğeri
İtalyan iki doktorun tedavisi altına girdi. Bu hekimler devrin bakanını tedavi
ederken ölümüne sebep olunca bir daha geri alınmamak üzere Osmanlı toprakları
dışarısına çıkartıldı.
Türklere esir düşen Fransa Kralı
Fransa
Kralı St.Louis ağır bir hastalığa yakalanır. Koyu bir
hristiyan olan kral iyileşirse bundan
sonraki yaşamını Hz. İsa’nın doğup büyüdüğü şehir olan Kudüs’ü Müslümanlardan
almaya adayacağına karar verir. Kısa bir süre sonrada iyileşince Papa’nın da
yoğun desteğini alarak 7. Haçlı seferini düzenler.Uzun bir hazırlık aşamasından
sonra 50000 asker,120 büyük, 1500 küçük
gemiyi bu sefer hazır hale getirdi.Kralın
eşi ve üç kardeşi bu sefere
katılmaya karar verirler.Donanma 1248
senesinin 1 ağustos günü Akdeniz’e açılır.Mısır civarında Türk ordusuyla
karşılaşan haçlı ordusu büyük kayıplar vermeye başlayınca sahilde duran gemilere binen haçlı askerleri
kıyıda kalan arkadaşlarını hatta kralı bile almadan hızla savaş alanından
uzaklaştılar. Kıyıda az adamıyla kalan kral bir müddet savaştıktan sonra
Türklere esir olmaktan kurtulamadı. Toplam 30000 haçlı bu sefer sırasında öldü.
Pazar kayıkları
Yeniçeri
ocağının kaldırılması sırasında İstanbul ve civarında ne kadar hamal ve kayıkçı
varsa yeni bir isyan hareketini önlemek için memleketlerine geri gönderildi. Bu durum boğazda kayıklarla yapılan nakliye ve
insan taşımacılığı sektöründe aksaklıklara
neden olur. Bunu gidermek amacıyla vakıflar idaresi dokuz adet büyük kayık
yaptırılarak halkın hizmetine verdi.
Pazarcıların mal taşımak için kullandıkları kayıklara benzediğinden bunlara
halk arasında Pazar kayıkları ismi verilmişti.
Bostancıbaşı Defteri
Osmanlı Padişahları
Saltanat kayıklarıyla sık sık boğazda gezinti yaparlardı. Bu kayığın içerisinde
saray mahiyetindeki park ve bahçelerden sorumlu olan Bostancıbaşı’da bulunurdu.
Padişah boğazdaki yalıların ve diğer
binaların kimlere ait olduğunu merak ettiğinde bostancıbaşı’na sorar. oda
bildiği kadarıyla açıklama yapardı. Fakat gün geçtikçe boğazdaki yapılar çoğalınca bunların
aklında tutulması imkansız bir
hale geldi. Bunun üzerine boğazdaki ve Haliç’teki tüm binalar bir deftere
kaydedilmeye başlandı. Buna Bostancıbaşı Defteri ismi verildi. Padişah
saltanat kayığı ile gezerken bu defter bostancıbaşının önünde açık olarak bulunur, binalar geçildikçe
sayfaları çevrilirdi. Böylece padişah tarafından bir soru yöneltilirse kısa
sürede yanıt verme olanağı sağlardı.
Katip Çelebi
1609-1658
yılları arasında yaşamış değerli bir ilim ve fikir adamıdır. İstanbul’da doğdu.
Tüm yaşantısı kitap okumak ve ilmi araştırmalar ile geçti. Devlet büyüklerinin
çocuklarına özel dersler vererek geçimini sağlamasına rağmen kazandığı paralarının çoğunu yeni kitaplar almak için tüketirdi. Tarih,
coğrafya, maliye,askerlik ve denizcilik en çok ilgilendiği konulardı. Çeşitli
alanlarda yazdığı eserler Latince, İngilizce,Fransızca gibi dillere çevrilmiş
ve çok ilgi görmüştü.Başlıca eserleri şunlardı
Keşfu’z
Zunun : 20 yıl çalışarak oluşturduğu bu dev eser , 10000 İslam yazarının 14500
eseri incelenerek hazırlanmış 7 ciltlik bir çalışmadır.
Cihan Nüma
: Devrin en büyük coğrafya kitabıdır. Yabancı ülkelerde defalarca basılmıştı.
Fezleke : 2
cilt halinde hazırlanmış Osmanlı Tarihidir.
Tuhfeltul Kibar : Türk ve Osmanlı denizcilik kitabıdır.
Takvimut
Teravit : Kronolojik olarak hazırlanmış dünya tarihidir.
Kaanun Name
: Bazı devlet kanunlarını topladığı bir eserdir.
Ayı besleme modası
Roma İmparatorlarından
Karen devrinde ayı besleme modası çıkınca herkes evinde ayı beslemeye başlamıştı.
Bu devirde yaşamış olan papaz Birinci Valentinin’de iki adet ayısı vardı. Et obur olan bu ayıları bir
söylentiye göre insan eti vererek beslerdi. Ayıları sürekli gözlem altında
tutabilmek için kafeslerini kendi yatak odasının içine almış, bakımları
için ise bir çok bakıcıyı görevlendirmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder