Yüz
Ellilikler
Milli
mücadele kazanılıp, Osmanlı Hanedanı
yurt dışına çıkartıldıktan sonra milli mücadeleye muhalefette bulunanlar,
cumhuriyet ilanına zorluk çıkartanlar, ve devlete ihanet edenlerin listesi hazırlandı.
Bakanlar kurulu kararıyla bu listeye dahil olan kişiler sınır dışı edildiler.
Bunlar toplam yüz elli kişi olduğu için
bunlara yüz ellikler ismi verildi. Bazı isimler bu listeye tesadüfen girmiş
olmakla beraber birçoğu gerçekten vatan hainiydi.
Didon
Kırım
savaşı sırasında oluşmuş bir deyimdi. Bu savaş nedeniyle İstanbul’a gelen
Fransız askerler şıklıklarıyla dikkat çekmekte ve özellikle Beyoğlu’nda bulunan
eğlence yerlerini sık sık ziyaret etmekteydiler.
Fransız Subayları konuşma sırasında ‘ dis donc ‘ yani ‘söyle bakalım’
kelimelerini kullanmayı çok severlerdi.
Bu deyim İstanbul halkı arasında zamanla ‘didon’a dönüştü. İlk başta şık Fransız subaylar için kullanılan
bu terim daha sonraları Türk’lerden de şıklığa ve Avrupa’yi giyime meraklı olanlar içinde
kullanılmaya başladı.
Helvacıbaşı
Topkapı
Sarayında bulunan helvahanede saray için
her türlü şekerli yiyecek ve içecek
hazırlanırdı. Bunların başlıcaları şerbetler, tatlılar, reçeller, macunlardı.
Sarayda kullanılan hoş kokulu sabunların imal edildiği küçük bir bölüm de vardı
İtina ile hazırlanan bu şekerli
yiyecekler arasında macun’un yeri
ayrıydı. Kalabalık bir ekiple çalışan helvahanenin
yöneticisi ne helvacıbaşı ismi verilirdi
Zülüflü Baltacılar
Topkapı Sarayı’nda önemli görevlerde bulunan Zülüflü Baltacılar Ocağının harem, Divan-ı Hümâyûn ve Enderûn bölgelerinde görev yaparlardı. Ocak ilk olarak Baltacılar ocağı ismiyle II. Murat döneminde (1421-1451) ordunun bir öncü birliği olarak kurulmuştu. Başlarına giydikleri oldukça sivri, deve tüyü renginde ve iki yanında saç örgüsü biçiminde zülüfleri sarkan başlık nedeniyle . halk arasında Zülüflü Baltacılar ismi verilmişti
Zülüflü Baltacılar saray tarihinde değişik dönemlerde farklı görevler yapmışlardı. Haremde çıkan yangınlarını söndürme, hamam ve ocaklarının odun ihtiyacını karşılama ve haremin gözetilmesine ilişkin görevlerde bulunmuşlardı. Bunun yanı sıra Divan-ı Hümâyûn temizliği, culüs ve bayram törenlerinde padişah tahtının taşınması ve kurulması gibi görevleri de vardı. Saray mevlitlerinde hazırlanan gülsuyu ve şerbetleri dağıtmakta işleri arasındaydı.
Topkapı Sarayı’nda önemli görevlerde bulunan Zülüflü Baltacılar Ocağının harem, Divan-ı Hümâyûn ve Enderûn bölgelerinde görev yaparlardı. Ocak ilk olarak Baltacılar ocağı ismiyle II. Murat döneminde (1421-1451) ordunun bir öncü birliği olarak kurulmuştu. Başlarına giydikleri oldukça sivri, deve tüyü renginde ve iki yanında saç örgüsü biçiminde zülüfleri sarkan başlık nedeniyle . halk arasında Zülüflü Baltacılar ismi verilmişti
Zülüflü Baltacılar saray tarihinde değişik dönemlerde farklı görevler yapmışlardı. Haremde çıkan yangınlarını söndürme, hamam ve ocaklarının odun ihtiyacını karşılama ve haremin gözetilmesine ilişkin görevlerde bulunmuşlardı. Bunun yanı sıra Divan-ı Hümâyûn temizliği, culüs ve bayram törenlerinde padişah tahtının taşınması ve kurulması gibi görevleri de vardı. Saray mevlitlerinde hazırlanan gülsuyu ve şerbetleri dağıtmakta işleri arasındaydı.
Saray Arşivi
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu ilk dönemlerden başlamak üzere devlete ait tüm yazılı belgeler çok düzenli olarak saklanırdı. Bu dökümanlar günümüzde de çok iyi korunmaktalar.19. yüzyıla kadar olan devlet ve sarayın işleyişiyle ilgili tüm evraklar ile birlikte devlete ait tüm resmi yazışmalar Osmanlı Saray Arşivinde yer alır. Bu arşiv belgelerinin içeriği ve koleksiyonunun zenginliği ile Topkapı Sarayı Müzesi’nin en önemli koleksiyonları arasındadır.
Bu Arşivi’nden yararlanabilmek için Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden izin almak gerekmektedir. İzinli olan Yerli ve yabancı bütün araştırmacılar Arşivi, Hafta içi her gün 9.00-12.00; 13.00-16.30 saatleri arasında inceleyebilir.
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu ilk dönemlerden başlamak üzere devlete ait tüm yazılı belgeler çok düzenli olarak saklanırdı. Bu dökümanlar günümüzde de çok iyi korunmaktalar.19. yüzyıla kadar olan devlet ve sarayın işleyişiyle ilgili tüm evraklar ile birlikte devlete ait tüm resmi yazışmalar Osmanlı Saray Arşivinde yer alır. Bu arşiv belgelerinin içeriği ve koleksiyonunun zenginliği ile Topkapı Sarayı Müzesi’nin en önemli koleksiyonları arasındadır.
Bu Arşivi’nden yararlanabilmek için Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden izin almak gerekmektedir. İzinli olan Yerli ve yabancı bütün araştırmacılar Arşivi, Hafta içi her gün 9.00-12.00; 13.00-16.30 saatleri arasında inceleyebilir.
Eski
Osmanlı Saraylarında yemek
Topkapı Sarayı'nda, biri sabah ile öğlen arasında
kuşluk, diğeri hava kararmadan önce akşam olmak üzere, günde iki kez yemek
hazırlanırdı. Yemekler, bağdaş kurmuş olarak yerden hafif yükseltilmiş
sinilerde yenir, yemekten önce ve sonra eller ibrik ve leğen takımı ile yıkanır
ve peşkirle kurulanırdı. Yemek sırasında makrama denilen ve peçete yerine geçen
örtüler bulunurdu . Makramalar tek tek kullanılabildiği gibi, sini
etrafındaki kişilerin tümünün örttüğü 3-4 m. uzunluğundaki dolama türlerleri de vardı. Sofradaki
herkes sinilerin ortasına konulan tek bir kaptan yerdi yemekte sadece kaşık
kullanılır, çatal ve bıçak kullanılmaz, sağ elin üç parmağı ile yemek yenirdi.
Yemeğin çeşidine uygun olarak kaşıkların biçim ve boyutları farklılık
gösterirdi. Yemekte su içilmediği için su takımı konulmaz, yemek sonrasında
şerbet veya hoşaf içilirdi. Genellikle konuşulmadan yenen yemeğin ardından
kahve verilmesi âdetti. 18.yy da başlayan modernleşme hareketleri sırasında bu
yemek yeme alışkanlığı terk edilerek modern anlamda yemek sofraları kurulmaya
başlandı.
Sarayda
pişirilen bazı yemekler
Saray
mutfağının pek bilinmeyen özellikleri arasında yer alan saraya özgül yemekler şunlardı.
Soğanlı yumurta : Her ramazanın on
beşinci akşamı iftarda padişah ve gelen
davetlilere çıkartılan özel bir yemekti.
Kırma tavuk kebabı : Uzun süre
dinlendirilmiş olan tavuğun özel soslar ilave edildikten sonra odun ateşinde
pişirilmesiyle yapılırdı.
Süt kebabı : Sütte bekletilen etin
hafif ateşte kızartılırken üzerine tekrar yavaş yavaş süt ve tarçın ilave edilirdi.
Herise : Keşkeklik buğdayın et
suyu ile pişirildikten sonra üzerine kimyon ve sumak ilave edilerek servis
yapılırdı.
İncik yahnisi : Koyun
inciği,tavuk ve dana eti karışımıyla oluşturuldu. Yaka yahnisi: Kılıç balığının başı ile
gövdesi arasında kalan kısmının sade tereyağında kızartılıp sarımsak ilave
edilirdi.
Helvay-i Hakani : Tereyağı
eritildikten sonra içerisine un, nişasta ve pirinç unu karıştırıp
bekletilir . Üzerine şeker ve süt ilave
edilirdi. Ayva Murabbası: Yapımında ayva, şeker ,yumurta akı
kullanılırdı. Kabak bastı: Et,kabak,nohut
ve soğan kullanılarak yapılır, yenilirken üzerine tarçın ilave edilirdi.
İlk öğrenci
hareketi
Cumhuriyetin
ilanından sonra ilk öğrenci hareketi 16
kasım 1924 günü İstanbul’da gerçekleşti. O sıralar üniversiteli öğrencilerden
tramvaylarda yarım ücret yerine tam ücret alınması nedeniyle sık sık tartışmalar çıkmaktaydı.Bunları önlemek amacıyla tramvay işletmecisi olan Belçikalı şirket tüm
araçlarda birer sivil görevli bulundurmaya başlamıştı. Aynı konudaki bir
tartışma sırasında görevlinin tabacasını
ateşlemesiyle iki tıp fakültesi öğrenci
yaralanır. Arkadaşlarının yaralanmasına öfkelenen gençler bunu bir yürüyüşle
protesto etmek isterler. Büyük bir kitlenin katıldığı bu yürüyüş tramvay şirketinin merkezinin basılıp tahrip edilmesiyle son buldu
Gün
isimleri
Bu
gün kullandığımız gün isimlerinin bazıları Arapçadan dilimize gelmiştir.
Örneğin Arapça’da cum’a olan gün dilimize cuma olarak geçmiş.Bazı gün isimleri
Türkçe ekler alarak kullanılır. Pazartesi, cumartesi gibi. Salı dilimize iki
ayrı dilden gelmiştir. Arapça üçüncü gün anlamına gelen sellase, diğeri ise
Farsça ve Süryanicede aynı anlamda yani
üçüncü gün anlamında kullanılan Şesenbe sözcüğüdür. Eski Türkçe’de Salı günü
için üçüncü gün denilirdi. Çarşamba Farsça ve Süryanicede dördüncü gün anlamına
gelen çıhar-şenbe / çeharşembe kelimelerinden
dilimize Çarşamba olarak geçmiştir. Eski
Türkçe’de bu günün adı Törtünç olarak bilinir. Perşembe yine aynı
dillerde beşinci gün anlamına gelen percşembe
sözcüğünün çarşambaya uyumlu olması
açısından perşembe olarak söylenmesiyle
oluşmuştur. Pazar , Farsca’da alışveriş yapılan gün anlamına gelmekte olup buradan dilimize geçtiği söylenir.
Dünyanın
en büyük yağması
13.yy
başlarında Kudüs’e gitmek üzere hazırlanan IV.Haçlı seferi istikametini değiştirip İstanbul’a yöneldi. İstanbul o devirlerde
Bizans yönetimi altında bulunuyordu. Şehre gelen haçlılar her tarafı
yağmalamaya başladılar. Ticarethaneleri,
evler,saray ve kiliseleri talan
ettiler. Bu dünyada şimdiye kadar
rastlanmayan büyük bir soygundu. Yağma
nedeniyle oluşan karışıklık uzun yıllar sürdü.
Haçlılar evleri soyduktan sonra gizlenmiş mallar olup olmadığını anlamak için halka eziyet etmeye
başladılar. Bizanslılar, haçlı subaylarına hristiyan olduklarını anlatmak için yanlarında
taşıdıkları istavrozları göstermeleri
bile fayda etmiyordu. Haçlılar her şeyi aldıktan sonra azizlerin sandukalarını
kırıp içlerinde buldukları kıymetli eşyaları bile almaktan çekinmediler. Ayasofyanın her
tarafı bu talandan nasibini alırken, İmparator Jünstinyen’in mezarını bile açıp
içinde bulduklarını yanlarında götürdüler.
Fetret devri
Osmanlı tarihinde
1402 yılındaki Ankara Savaşı ile
1413 yılında I.Mehmet’in Osmanlı tahtına geçmesi arasındaki 11 yıllık
süredir.Fetret kelimesi Arapçada kargaşalık ve bunalım anlamına gelir. Ankara savaşı sonucunda
bozguna uğrayan Osmanlı ordusu dağılmış, padişah Yıldırım Beyazıt ,Timur’a esir
düşmüştü. Beyazıt’ın dört oğlu olan İsa, Musa ,Emir Süleyman ve Mehmet Çelebi arasında taht kavgaları nedeniyle
oluşan karışıklık 5 temmuz 1413
tarihine kadar devam etti. Bu
tarihte Çelebi Mehmet Osmanlı Padişah’ı olunca birliği yeniden sağlamayı başardı.
Eti’mi
Hitit mi?
Anadolu
yarımadasının bilinen en eski ismi Hatti ülkesiydi. Batı bilimciler hattilerin
ülkesinde oluşturulan devlete ‘Hitit’ ismi vermişlerdi. Hitit’ler uzun yıllar
Anadolu’da hüküm sürdükten sonra istilacı dış güçlerin etkisiyle erimiş ve dağılmışlardı. Hitit’ler için
kullanılan Eti sözcüğü ise tamamen uydurmadır.Bu devletin adı yabancı
kaynaklarda Hitit olarak geçer.
Topla
Selamlama
Osmanlı
İmparatorlunun en eski devirlerinden beri İstanbul’da bayramlar, büyük zaferler
ve donanmanın sefere çıkışı top atılarak kutlanırdı. Daha sonraları padişahlar tahta çıktıklarında , çocuklarının doğumunda , ramazan aylarında ve
bazı elçilerin İstanbul’u ziyaretlerinde top atılması bir gelenek halini
almıştı. Donanmanın zaferle İstanbul’a dönüşlerinde gemiler
Topkapı’dan rahatça görülmesi için Sarayburnun da hizalanarak top atışı yaparlardı. Böyle
zamanlarda İstanbul’un bazı semtlerinden top atılarak bu selama karşılık
verilirdi. Padişahlar saltanat kayıklarıyla Boğaziçi’nde geziye çıkışları ise çok
ihtişamlı olurdu. Hükümdarın binmiş olduğu kayık ve buna eşlik eden teknelerden
oluşan kalabalık bir kafile Kızkulesi ve hisarlardan atılan toplarla
selamlanırdı. 21 pare top atışı sadece padişahlar için yapılırdı. 19 pare
vezirler, 17 pare Rumeli ve Anadolu kazaskerleri ile yüksek rütbeli subaylar
için, 15 pare beylerbeyi, liman reisi paşası ve koramiraller ‘in İstanbul’a
geldiğinde, 13 pare tüm amiraller , 11 pare Edirne, Bursa, Şam kadıları ,9
pare İkinci sınıf kadılar ile yarbay
rütbeli subaylar için atılırdı. 7 pare
bazı kaymakamlar ,5 pare devlet makamında müdürlük gibi yüksek mevkilerde
bulunanlar için, 3 pare bazı konsolos ve kadılar ile binbaşı civarında rütbesi
bulunanlar için. Dost devletlere ait
savaş gemilerinin limana girişlerinde ise 21 pare top atışı ile karşılanır
gelen gemilerde genellikle aynı sayı ile karşılık verirlerdi.
Ankara’nın suyu
Ankara valilerinden
Abidin paşa, Elmadağı’ndan
Ankara’ya tatlı su getirmek için
halktan para toplamıştı. İşe başlaması için saraydan izin verilmesi gerekiyordu.
Durumu öğrenen İkinci Abdülhamit ,
valiye gönderdiği cevapta ‘Susuzlara su
vermek devletin görevi olduğu gibi aynı zamanda dinimizin emirlerinden birisidir. Sevap olarak kabul edilir. Bu
şerefli işi benim yapmam gerek .
Topladığın paraların hepsini sahiplerine
hemen geri ver. Bütün masrafı hazine-i şahanemden olmak
üzere hemen işe
başla ve bekleyenleri acele
iyi suya kavuştur ‘ der. Bu konuşmadan
kısa bir süre sonra
Ankara’lılar tatlı suya kavuştu.
Yeniçeri
Ağası
Yeniçeri Ağası
yeniçeri ocağının başkomutanıydı. 16.yy kadar yeniçeri ağası sarayda padişahın güvendiği kişiler arasından
seçilirdi. Ağalık yeniçeri ocağının kurulduğu tarihte başlayıp 1826 yılında
yeniçeri ocağın kaldırılışına kadar sürmüştü. Acemi ocağına yeni devriştirme alınmasından
İstanbul ‘da düzenin sağlanmaya kadar pek çok görevi
vardı. Bu amaçla haftada en az iki veya üç kere olmak üzere İstanbul’da
gezip polislik görevi yapardı.Yangın
olduğu zamanlarda yangın yerine gidip
çalışmaları izlerdi. Yeniçeri ağası şehzadelerin sünnet düğünleri gibi büyük
toplantıların yapıldığı zamanlarda etrafı kollamak için gerekli planları yapıp uygun yerlere koruyucular yerleştirirdi. Saray
görevlilerin korumalığını da düzenlemek yeniçeri ağasının görevleri arasında
yer alırdı. Her Cuma padişahla birlikte
Cuma namazına gidip burada padişahın çizmesini çıkartması bir gelenekti. Padişah
bunu ilk defa yapan yeniçeri ağasına üzerinde
elmas bulunan bir hançer hediye ederdi.
Eski
devirlerde bakkal
Eski
zamanlarda bakkallık diğer esnaflarda
olduğu gibi Tanzimat devrine kadar ‘gedik’ denilen sınırlamaya uymak
zorundaydı. Yani bir kişi istediği zaman, istediği bir yerde dükkan açıp
bakkallık yapamazdı. İstanbul’da gerek çarşılardaki gerekse mahalle
aralarındaki bakkalların yerleri belliydi. Halkın yeni bir isteği olduğu veya
nüfus artışları göz önüne alınarak gedik’in izin vermesi üzerine yeni bir
bakkal dükkanı açılabilirdi. Her bakkalın yanında kaç çırak çalışması gerektiği
önceden belirlenir ve bu sayının üzerine çıkılamazdı. İstanbul’da bakkallar
gediklik müessesinin iptal edildiği Tanzimat devrine kadar sadece Müslümanlara verilen bir imtiyazdı.
Mevacib
parası
Osmanlı hanedanının
kadın üyelerine ‘mevacib parası’ denilen
aylık maaş verilir, ayrıca günlük ve aylık erzaklar yollanırdı. IV.Mehmet’in kızı olan Hatice
Sultan’ın gıda tahsilatı şöyleydi. Her gün, 7 ekmek, 2 tas yoğurt ve 4 kilo
et.Aylık olarak ta bol miktarda yağ,soğan,pirinç,bal,şeker,sirke, un,
zeytinyağı başta olmak üzere 150 tavuk ve 250 adet yumurta tahsis edilirdi.
Darüssaade Ağaları
Kızlar
Ağası’da denilen darüssaade
ağasının saraydaki başlıca görevi
harem dairesinin kapısında görev yaparak
buranın güvenliğini sağlamaktı. Darüssaade de
denilen çift kapılı masif tunç’tan kapılmış harem kapısı kızlar ağasının işaretiyle açılır ve
kapanırdı. Harem kapısını sürekli bekleyen beş muhafızın nöbetlerini düzenler,
emrindeki askerlerin eğitimleriyle uğraşırdı. Dairesi harem dairesinin kapısının yanında bulunurdu.
Sarayın yüksek şahsiyetlerinden birisi olarak kabul edildiğinden oldukça nüfuslu bir kişiydi. Bazı sadrazamları
yerinden oynattığına bile şahit olunmuştu.Cariye ve valide sultanlarla yakın
samimiyetleri vardı. Onların sorunlarıyla da ilgilenirlerdi. Darüssaade Ağaları genç yaşta hadım edilmiş kişilerden
oluştuğu biliniyor. İlkel biçimde hadım edildiklerinden çoğu ömür boyu idrar
yolu hastalıklarıyla uğraşmak zorunda da kalırlardı.
Ortodoks Patriki’nin
asılması
Patrik
Ortodoks kiliselerinin başında bulunan en yüksek rütbeli din adamıdır.
Yetkileri sadece kendi bölgesiyle sınırlıdır. Dünya üzerinde 19 adet patrik
ünvanı taşıyan başpiskopos bulunur. Bunların en tanınmışlarının bir tanesi de
İstanbul’da bulunan Rum Ortodoks Patrik’liğidir. Osmanlı tarihinde Patrik’ler her devirde ilgi
görmüşler ve saygınlıklarını korumuşlardı. Tüm tarih boyunca yalnızca bir kere
İstanbul’daki Rum Patriği asılarak idam edildi. Patrik Grigorikos Yunan İsyanı
sırasında isyancılarla iş birliğinde bulunmuştu. Hatta İstanbul’da yaşayan
Rumlarla birlikte saraya saldırı planı bile yaptığı söylenir. Bunlar ortaya
çıkınca Padişah II.Mahmut’unda onayı
alınarak patrik kilisenin kapısında asılarak idam edildi.Bu kapı o günden beri
bir daha açılmadı. Patriğin cenazesi ise Atina’ya götürülüp abartılı bir törenle gömüldü.
Zimmiler
Eskiden bir
İslam devletinde yaşayan gayrı Müslimlere Zimmi
denilirdi. Osmanlı Devletinde belli başlı üç çeşit zimmi vardı. Ortodoks
hristiyanları, Yahudiler ve Ermeniler. Her cemaat Osmanlı Devletinin yasalarına uyduğu gibi aynı zamanda kendi dini gereksinmelerini yerine getirip kendi toplumunun adetlerine de uyarlardı. Azınlık olarak adlandırılan bu
topluluklar bazı zamanlarda Müslümanlar kadar sayılara ulaşmışlardı. 1550
yılında yapılan bir sayımda İstanbul’da yüz dört bin ev olduğu saptanmıştı.
Bunların kırk bini hristiyan,dört bini
Yahudi, altı bini Ermenilerindi. Geriye kalan evler ise Müslümanlara aitti.
Buradan da görülebileceği gibi Müslümanlarla gayri Müslimlerin ev sayıları
birbirine çok yakındı. 1520 ve 1536 yıllarında yapılan nüfus sayımlarında İstanbul’un
dört yüz bin olan nüfusunun % 58.3 Müslüman geriye kalan % 41.7 si ise gayri
Müslimlerden oluşuyordu. Zimmilere verilen bir takım imtiyazların yanı sıra
bazı kısıtlamalar da uygulanırdı. Kısıtlamaların başlıcaları şunlardı.
Sokaklarda içki satışı yapmaları,İslam kılığında gezmeleri,Müslümanların yoğun
olarak yaşadığı yerlerde meyhane açmaları,ayrıca Eyüp Sultan’a yakın evlerde oturmaları ile esir ve cariye satışı yapmaları yasaktı.
Güllü Agop
Tanzimat
döneminde Avrupalılaşma akımının en önemli çalışmalarından biriside Güllü
Agop’un kurduğu ve yönettiği Osmanlı Tiyatrosu olmuştur. İlk defa Türk
yazarlarının yazdığı oyunlar ı Türk tiyatrocuları oynamışlardı. Müslüman
tiyatro sanatçılarının ilk defa sahnede yer alması halk üzerinde büyük heyecan
ve ilgi uyandırmıştı.1840 tarihinde doğan ve asıl mesleği sıvacılık olan Güllü
Agop ( Agop Vartovyan ) tiyatroya merak sarınca mensubu olduğu Ermeni
cemaatının tiyatro oyunlarını izlemiş,çeşitli oyunlarda ufak roller
almıştı.Agop’u diğer Ermeni oyunculardan ayıran en önemli özellik Türkçe tiyatroda oynama isteğiydi. İstanbul’da kurduğu
topluluk Osmanlı Tiyatrosu’nun temelini oluşturdu. Gedik paşa’daki Osmanlı Tiyatrosunda Güllü Agop’un kurduğu topluluk
1868 yılında Cesar Borgia adlı tiyatro oyununu oynadılar.1869 yılında ise aynı
topluluk Mustafa Efendinin yazdığı Leyla ile Mecnun adlı eseri oynanmış,bunu diğer oyunlarda izlemişti.
Emirgan
Korusu
Boğaziçi’nin
en güzel korusu olan Emirgan devlete ait olan bahçeydi. Sultan Abdülaziz
tarafından Mısır Hidivi İsmail Paşa’ya hediye edilir. Bu sahsın vefatından
sonra ise mirasçıları bu koruluğu İstanbul Belediyesine sattılar. Belediyede
halkın faydalanması amacıyla koruluğu halkın ziyaretine açtı. İçerisinde sarı,
beyaz ve pembe olmak üzere üç adet köşk yer alır. Büyük bir süs havuzu ve
binlerce ağaç yer alır. Koruda Çam,
selvi, köknar, kestane, meşe, ıhlamur, ceviz
ve meyva ağaçlarını bir arada görmek mümkün. 500 dekarlık bir alana yayılmış
olan koruluk İstanbul’un en güzel dinlence yerlerinden birisi olma özelliğini
günümüzde de korumakta.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder