31 Temmuz 2014 Perşembe

ALABANDA

Alabanda Antik Şehri, Çine ilçesi Araphisar Köyündeki  eski ismi Marsyas olan Çine çayının  yakınlarındadır. 
Alabanda  Şehrinin İ.Ö. 3000 yılında Karyalılar tarafından kurulduğu biliniyor.  Eski Yunan kaynakları Karyalıların Ege Denizine yayılmış bir deniz kavimi olduklarını yazar. Dorların  Batı Anadolu’nun  sahil kesimine yönelik Yunan kolonizasyonu nedeniyle   Karyalılar daha iç kesimlere  Aydın ve Muğla civarına   yönelerek burada  şehirler kurmuşlardı. Alabanda’ da bu kentlerden  birisidir.  
Şehrin isminin anlamını araştıranlar  ala’nın  at, banda kelimesinin  zafer  anlamına geldiğini ve   Alabanda’nın   ‘Zafer atı’ anlamına geldiği konusunda fikir birliği yapmışlardır.
Şehir meclisinin aldığı kararla Alabanda şehri Zeus ve Apollona adanmış kutsal topraklar olarak kabul edilir.   Bundan  sonra Apollon’un adı şehre özel olmak üzere Apollon İsotimus, Zeus’un adı ise Zeus Khpysaoreus olarak değiştirilir.  Kentin bastırdığı paraların üzerinde uçan at Pegasos’un kabartmaları yer alıyordu. Bunun kentin kuruluşu ile ilgili efsane ile alakalı olduğu düşünülmektedir.
Roma İmparatorluğunun Anadolu hakimiyeti sırasında Alabanda’nın  Asya kentleri içerisinde önemli bir konumda olduğu ve bölge başkentliği yaptığı dönemde Miletos, Nysa, Tralleis ve Priene şehirlerinin   kendisine bağlı olduğu biliniyor. Şehir Bizans döneminde Aphrodisias’a bağlı küçük  bir psikoposluk merkeziydi.  
Alabanda yakınlarında elde edilen yüksek kaliteli mermerlerin oldukça kıymetliydi. Şehirde ayrıca cam işleme sanatı gelişmişti. Tarım işletmeciliğinden  oldukça  iyi verim alınıyordu. Bu olumlu koşullar şehrin ekonomik durumunun iyileştirerek halkına zenginlik ve bereket getirdi.

Zengin ve muhteşem şehir Alabanda’dan günümüze ulaşan fazla bir bulgu yok. Arkeolojik kazılar devam ettiği antik şehirde iki  tapınağı  toprak altında bulunuyor. 





Agorasının yeri tam olarak belirlenemedi. Tiyatro’nun çoğu kısmı henüz ortaya çıkmamış. 

Şu anda görülen tek bulgu Alabanda şehrine ait meclis evi olduğu  düşünülen yapıdır. Yapının kuzey ve güney duvarları büyük ölçüde, diğer duvarları ise kısmen ayaktadır.



Şehrin nekropol alanı geniş bir alanda izleniyor. Mezar buluntularının başlıcalarını  taştan yapılmış lahitler ile az miktarda oda mezar oluşturuyor. 



A L İ N D A

Büyük İskenderin bile fethedemeyip  kapısından dönmek üzereyken, davetle içeri girebildiği  Prenses  Ada ‘nın  muhteşem şehri.

Mayıs ayında bir Pazar günü.Bu günkü yolculuğumuz  Prenses Ada’nın şehri Alinda. İzmir Aydın  otobanından çıkıp Çine yönüne yolumuza devam ediyoruz. Yol üstündeki  kahve renkli Alinda levhasından, sağ tarafa dönüp yaklaşık 25-30 km sonra Karpuzlu’ya  ulaştık. Bu günkü gezi programımızı oluşturan  Alinda Karpuzlu İlçe sınırları içerisinde kalan bir dağın yamacına kurulmuş.
 Kent ile ilgili ilk bilgiler İÖ 340 yılına kadar uzanır. Bunlardan  şehrin ilk temellerinin Karya’lılar tarafından atıldığını öğreniyoruz.  Artemisia’nın  ölümünden sonra Karia’nın başına geçen Prenses Ada  erkek kardeşi  Piksodaros tarafından Halikarnassos’tan uzaklaştırılıp Alinda’ya sürgüne yollanır. O zamanlarda küçük  bir kale olan Alinda, Prenses Ada’nın çabalarıyla gelişip  büyük bir yerleşime   dönüşür. Şehrin gelişmesiyle etrafı  surlarla çevrilip,güvenliği için birçok yere gözetleme kuleleri konur.Yerleşiminde üst bölgelerde konut alanları alt kısımlarda  ise alışveriş mekanları vardır. Şehrin büyümesiyle büyük bir tiyatro ve iki adet tapınak alanı inşa edilir.
                    
                                      BÜYÜK  İSKENDER  ALİNDA’DA
 Bu dönemde bölgenin tamamında söz sahibi olan  Büyük İskender Alindayı da  ele geçirmek ister. Kalın sur duvarları ve düzenli bir ordusu bulunan şehir, bu saldırıların tamamını püskürtür. Şehri alamadan bu bölgeden ayrılmakta olan Büyük İskender’e Prenses Ada şehrin kapılarını açarak içeri  davet eder.  
Bundan çok hoşlanan İskender, Karia bölgesini ele geçirdikten sonra ülkenin yönetimini Prenses Ada’ya bırakarak ve kendi seferlerini sürdürür.Bu dönemden hemen sonra Ada,  Alinda’nın isminin Alexandria by Latmos, Latmos İskenderiyesi olarak değiştirir.Şehirle ilgili bilgilere İÖ 270-210 tarihleri arasında hüküm süren Roma imparatoru Olympikhos’un yazıtlarında da  rastlıyoruz.   
                                                     
                                              ALİNDAYI    GEZİYORUZ
Şehir dik bir yamaç üzerine kurulmuş. Agora alt bölümde diğer kalıntılar ise tepenin üst kısımlarında. İki aşamalı bir gezi olacak..İlk agora..Antik  şehirlerde pek görülmeyen üç katlı olan bu agora Karpuzlu’nun  yanında..Antik şehirlerde agora alış veriş mekanlarının ve resmi devlet dairelerinin birlikte bulunduğu mekanlar olarak bilinir. Her antik şehirde genellikle şehrin merkezinde bulunan agora burada biraz farklılık göstererek şehrin doğusunda kalan   dik  bir yamacın başlangıç kısmında.
Yürüyerek şehrin üst kısımlarına ulaşmak mümkün olduğu halde biz arabayla çıkmayı tercih ettik. Yamaç oldukça dik..Havada çok sıcak.Alinda’yı gezmek için buradan dağın üstüne doğru giden asfalt yolu izliyoruz. Yol düzenli,  otoparkı var.   İlk gördüğümüz  su kemerleri. Şehir dağın üzerinde kurulmuş olduğundan su ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılmış. Günümüze  ulaşanlar sadece bu bölümde  olanlar. Genede görüntüsü güzel. 

Şehri çevreleyen surları da görmeniz mümkün. Aralıkla yapılmış gözetleme kuleleri ovadan gelebilecek bir saldırıyı erken saptamak amacıyla düşünülmüş. 

Şehrin içerisine doğru yürürken halk arasında  yedi  olan sayısından ötürü yedigözler diye bilinen su sarnıçlarını görüyoruz.Yağmur suyundan faydalanmak amacıyla yapılan sarnıçların bu kadar büyük ve düzenli olanlarını ilk defa Alinda’da gördüğümü belirtmeliyim.İki tonozlu geçidi olan  tiyatrosu şehir için büyük bir yapı.   Çevre duvarları bozulmamış, oturma yerlerinin bazıları ve sahnenin bir bölümü yıkık. 

Tiyatro içerisinde kendiliğinden  yetişen zeytin ağaçları tiyatroya büyük zarar vermekte. Ağaçların dışarıda kalan kökleri oturma bölümlerinin bütünlüğünün bozulmasına yol açıyor. Bu sorun  mutlaka çözülmeli. Bunu önlemediğimiz taktirde tiyatronun  çok zarar göreceğini düşünüyorum.Şehrin iki adet olan tapınağı Tiyatronun kuzey batısında..Şehrin içerisine dağılmış muhtelif yapılar,taş mezarlar seçilmekte...Agoranın bu bölgeden  görüntüsü büyüklüğü hakkında daha çok bilgi sahibi olmamızı sağlıyor.

Alinda büyük bir şehir..daha  kazı yapılmamış. Kazılar sonucunda ciddi buluntulara ulaşılacağını düşünerek yolumuz üzerindeki Alabanda’ya gitmek üzere buradan ayrılıyoruz. Şehir umduğumuzdan büyük, çok iyi bir gezi oldu.



Ege Bölgesinde arkeolojik değeri olan yüz yer saptadık. Bu yerler hakkında bilgi almak ve günlük gezilerimize katılmak için benimle irtibata geçebilirsiniz.
Arkeoloji gezginleri için Ege'de yüz yer adında bir kitap hazırlamak istiyorum. Bu kitabın yazılımına katkı olabilecek bilgi ve fotoğraflarınızı paylaşırsanız bu çalışmanın katkılarınızla daha da güçlü olacağına inanıyorum.

DÜNYANIN YEDİ HARİKASI

Dünyanın yedi harikası diye adlandırılan eski eserler, yapılışlarından yüz yıllar geçmiş olsa da önemlerini kaybetmemiş olan yapılardır. Bu gün çoğunu temsili resimleriyle tanıdığımız bu eserlere harika ismini veren ilk şahıs Philo isimli bir Yunanlı’dır. Bugün de onun hazırladığı listeyi aynen kullanmaktayız. O devirlerde Akdeniz’de ticaret ile uğraşan birkaç tüccar Philo’dan dünyanın en güzel ve en çok hayranlık uyandıran eserleri belirlemesini isterler. Oda uzun süren seyahat dönemi ve yorucu bir çalışmadan sonra bu listeyi hazırlar.
  1. Keops Piramiti : Dünyanın yedi harikasından günümüze kadar gelebilen tek eser olan Mısır’da bulunan Keops Piramiti’dir. Bilindiği gibi eski Mısır’da hükümdar olan firavunlar, piramit şeklinde yapılmış olan yüksek taş yapıların altına gömülürlerdi. Bunların yapımında dini inançlarda rol oynadığı için muhteşem olarak inşa edilmesine özen gösterilirdi. Bu piramit ‘in yapımı 20 yıl kadar sürmüş, yapımında 300.000 esir çalıştırılmıştır.
  2. Babilin Asma Bahçeleri : Ünlü Babil kralı Buhtunnasr karısı Semiramis için yaptırmıştır.Asma bahçeler, Dünyanın yedi harikasından birisi olarak kabul edilebilecek güzellikteydi. Semiramis dağlık bir bölgeden geldiği için Babil’in düzlüğüne alışamıyordu. Kral’da ona vatanını andırması için, kat kat yükselen bu bahçeleri yaptırmıştır. Bahçeler birbirlerinden 20 metre yükseklikte ve 5 teras halindeydi. Her sette devrin en nadir çiçek ve meyve ağaçları bulunurdu. Bu bahçelerin bakımını yapmak ve devamlılığını sağlamak için her gün 1000 kadar köle çalıştırılmıştır.
  3. Zeus Heykeli : 14 metre yüksekliğinde,tahta bir zemin üzerine oturtulmuş,vücudu fildişinden elbiseleri levha şeklindeki altından gözleri ise kıymetli taşlardan yapılmıştı. Bu heykel Phidias adındaki Yunanlı heykeltraş tarafından sekiz yılda tamamlanmış. İÖ 5.yy da yapıldığı söylenen bu gün için hiçbir kalıntısı kalmayan bu heykel yapıldığı zamanlarda gerçekten harika bir eserdi. Yer olarak Atina’nın yakınındaydı. Eski Yunan’da Zeus Heykelini görmeden ölmenin bir felaket olduğuna dair bir inanç olduğundan Yunanlılar mutlaka bu heykeli görmeye gelirlerdi.
  4. Artemis Tapınağı : Artemis tapınağı Efes’te Tanrıca Artemis için yaptırılmıştır. Efsaneye göre dünyanın en zengin adamı olarak kabul edilen Krezüs’e zenginliği ve kuvveti yüzünden tanrıların kıskançlığını üzerine çekeceğinin söylenmiş. Buna inanan Krezüs tanrıların gazabından kurtulmak üzere bu tapınağı yaptırmış ve buna çok para harcamıştır. Her biri 20 metre yüksekliğinde 127 adet mermer sütünden oluşmaktaydı. Tapınağın yapımının uzun yıllar sürdüğü söylenir.
  5. Mausolos’un mezarı : Bu günkü anıt mezarın öncüsü olarak kabul edilir. O zamanlar ismi Halikarnassos olan Bodrumda İÖ 4.yy da yapılmıştır. Bu bölgede hüküm süren kral Mausolos’un ölümü üzerine karısı Artemis tarafından yaptırılır. Kocasının ölümünden iki yıl sonra kraliçede ölmüş fakat anıt mezarın yapımı devam etmiştir. İyon stilindeki sütunların taşıdığı piramite benzer mermer bir kubbesi ve bunun üzerinde atların çektiği bir araba içerisinde Mausolos ile kraliçe Artemis’in heykellerinden oluşmuştu. Büyük bir deprem sonucunda yıkılır.
  6. Rodos Heykeli : İÖ 280 yılında Rodos adasında Apollo’ya adanan bronzdan büyük bir heykel yapılmaya başlanır. 12 yılda tamamlanan bu heykel’in bronzdan oluşan gövdesi kısım kısım monte edilmişti. Rodos limanının tam girişinde karşılıklı iki kıyıya oturtulan ayakları arasından limana giren gemilere yol göstermek amacıyla başına ışık veren bir fener monte edilmişti. Yapılışından 56 yıl sonra bu bölgede oluşan büyük bir deprem ile yıkılır. Bölgeyi ele geçiren Arap’lar ise bronz kalıpları söküp başka yerlere taşıyarak bu muhteşem heykelin tamamen kaybolmasına yol açmışlardı.
  7. İskenderiye Feneri : İskenderiye’de 150 metre yüksekliğinde 300 odası olan kat kat yükselen bir binaydı. En üst katında ışığı yansıtan dev bir ayna bulunmaktaydı. Her gece devamlı yanan ateş bu ayna yardımıyla yansıtılarak civardan geçen gemilere yol gösterirdi. Aynaları yardımıyla çok uzaklarda bulunan gemilere bile yardımcı olduğu söylenir. Bu devasa fenerinde büyük bir deprem sonucunda tamamen yıkıldığı kabul edilmekte.                                                                    

ALSANCAK’TA MODERN DİLENCİLER

Yıllar dilencileri de, onların görünümü de değişti. Sokak başlarında eskisi gibi bir köşede durup üstü başı pecmurde görünümde para isteyenlere pek rastlanmıyor. Artık bunları sadece okul civarında görmek mümkün. Sınavı olan öğrenciler onlara para verir. Dolayısıyla dilencinin hayır duasıyla öğrenci sınavının iyi geçeceğine inanır. Benim anlatacaklarım gençlerin duygularını istismar edenler değil.

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ GÖRÜNÜMÜNDE
Geçen gün Alsancak’ ta bir çay ocağında çay içiyorum. Sabahın erken saatleri olduğu için Kıbrıs Şehitleri Caddesinde pek kimse yok. Genç bir kız gözüme çarptı. Güzel giyimli. Elinde bir iki kitap ile üniversite öğrencisi görünümünde. Yoldan geçen erkeklerin yanına gidip öğrenci olduğunu İnciraltı’ na okula gitmesi gerektiğini fakat parası olmadığını söylüyor. Tabi çoğu kimse buna inanıp cebindeki tüm bozuk paraları ona veriyor. Parayı alınca ellerini yana doğru açıp olduğu yerde zıplamayla çok sevinmiş gibi bir görüntü yaratarak defalarca teşekkür ediyor. Beş dakika kadar sonra başkasına Bornova’ya, on dakika sonra yoldan geçen diğer bir kişiye Buca’ya gideceğini söylüyor. İzlemeye fazla vaktim yok. Ama aldığı paralarla büfeye gidip ilk olarak kendisine sigara aldığını, bunu keyifle içtiğini, daha sonra aynı yerde yeni avlarını beklemeye devam ettiğini gördüm. İki üç gün izledim. Her gün aynı senaryo. Aynı sözler, aynı davranışlar. Son günlerde göremiyorum. Sanırım bu oyununa başka bir yerde devam ediyor.

BAYRAK VEREN DİLENCİ
Yine aynı bölgede bu sefer akşam üstü ortaya çıkan başka birisinden, üstü başı temiz genç bir kızdan bahsetmek istiyorum. Yoldan geçenlerin eline birazda zorlama ile bir bayrak veriyor. Bu bayrağı alanların hemen arkasına takılıp muhtaç çocuklar için para topladığını söylüyor. Parayı alınca da sadece teşekkür edip parayı cebine atıyor. Makbuz vermediği gibi bu parayı nerede ve nasıl harcanacağı konusunda bir bilgi vermiyor. Yani özet olarak muhtaç çocuklara yardım ettiklerini sanan iyi niyetli
insanların paralarını gözünü bile kırpmadan cebine atıyor. Yıllardır aynı bölgede aynı işi yaptığını görüyorum. Sanırım kazancı iyi.

GÖRÜNÜŞTE ADA ÇAYI SATIYOR
Genellikle bir bankanın önünde kendisine hasta süsü vererek önüne koyduğu ada çayı, kekik gibi kurutulmuş bitkiler satan bir dilenciden bahsetmek istiyorum. Onun öyle gariban durduğuna veya yürümekten aciz olduğunu sanmayın. Sabahları erken vakitlerde rastlarsanız dimdik yürüdüğünü güzel bir kahvaltı ettikten sonra Alsancak’ ta dolaştığını görebilirsiniz. Ortalık kalabalıklaşmaya başladıktan sonra zavallı görünümüne bürünüyor. Hesapta sattığı fakat parasını verdiği halde kimsenin almadığı kurutulmuş bitkilerin bulunduğu tezgahını alarak aynı yerde işine devam ediyor.

DİĞERLERİ

Bahsedeceğim diğer dilencilerin sabit bir yeri yok. Her yerde karşınıza çıkabilirler ama genellikle insanların acıma duygularının daha yoğun olduğu hastaneler civarında dolaşıyorlar. Genellikle ‘ Sabahtan beri bir lokma yemek yemedim. Veya kocam hastanede yatıyor. İlaç parası lazım. Çocuğuma yiyecek alacağım. Memlekete döneceğim yol param yok.’gibi klasik acındırma taktiklerini kullanıyorlar.  Unutmadan en son duyduğumu da söyleyeyim .Üstü başı biraz hırpani bir adam biraz kısık bir ses tonuyla ‘ Ben şarapçıyım. Şarap içmeden duramıyorum. Fakat şarap alacak param yok. Yardımcı olur musun ?’ diyor. Eh buna da acıyıp para veren varsa benim diyecek hiçbir şeyim yok.

ÇEŞME' NİN ADI NEREDEN GELİYOR

Antik çağlarda adı Cysus olan Çeşme, Ege Denizine doğru uzanan oldukça girintili çıkıntılı bir yarımda üzerinde yer almaktadır. Yüzölçümü 260 km2dir. Doğal güzelliklerinin yanı sıra,kilometrelerce uzanan kıyı şeridinde yer alan geniş ve güzel plajlarıyla tam bir turizm ve dinlence merkezidir.
Çeşme ve civarında kaynak suları boldur. Sürekli akan bu kaynakların etrafında çeşme yaptırmak günümüzde olduğu gibi eski geleneklerimiz arasında da yer almıştır.Bu nedenle Çeşme ilçemizde eski veya yeni yapılmış pek çok çeşme bulunur.
Eski zamanlarda deniz ticaret yolları üzerinde bulunması nedeniyle, bu civardan geçen pek çok ticaret ve savaş gemisi , yüzyıllarca su ihtiyaçlarını bu çeşmelerden sağlamışlardır. Çeşme ilçemizde adını bir zamanlar yüz kadar olduğu söylenen bu çeşmelerden almıştır. Bu çeşmelerin hepsinin kendisine özgü bir özelliği ve mimarisi bulunur.
Bu çeşmelerin bir kısmı yüzyıllara meydan okurcasına hiç bozulmadan kaldığı gibi, bazıları da restorasyonlar sayesinde günümüze kadar ulaşmışlardır. Yol genişletme çalışmaları sırasında bulundukları yerlerden başka yerlere taşınmak zorunda kalanlar olduğu gibi, kaynağının kuruması, doğa olayları veya başka nedenlerden dolayı da bir çoğu kaybolmuştur. Günümüze ulaşan belli başlı çeşmelerin bir kısmını kimlerin ve hangi tarihlerde yaptırdıkları bilinmemekte, bazıları ise yaptıranların isimleriyle anılmaktadır. 

ÇEŞME'NİN ÇEŞMELERİ

MARAŞ ÇEŞMESİ : 1824 yılında yaptırılmış 4 cepheli bir çeşmedir.Çeşme içerisindeki Maraş sokakta bulunduğu için Maraş çeşmesi olarak bilinir. Köşeleri yuvarlatılmış olup,yapımında kullanılan kırmızı kum taşları ayrı bir güzellik vermiştir. Kubbesi günümüze sağlam olarak ulaşmıştır. Kitabesi güney ve batı cephesinin birleştiği köşededir.

MEHMET KETHUDA ÇEŞMESİ : 1738 yılında yaptırılmış olup günümüze kadar sağlam olarak ulaşmış en eski çeşmelerden bir tanesidir.Tek cepheli olup, restorasyon sırasında yönü değişikliğe uğradı.Sarnıcı iyi çalışmadığından şebeke suyu bağlanarak aktif hale getirilmiştir.

AHMETOĞLU HACI MEMİŞ AĞA ÇEŞMESİ : Çeşmenin ara sokaklarında karşınıza çıkan bu çeşme 1837 yılından günümüze ulaşmıştır. . Bu çeşmeyi yaptıran Ahmetoğlu Hacı Memiş Ağa veya bazı kaynaklarda Ömer Ağa olarak bilindiği için her iki isimlede anılır. Restorasyon sayesinde oldukça iyi durumdadır. Çeşme iki cepheli olup, kitabeside günümüze kadar ulaşmıştır.

HAMALOĞLU VEYA HAFİZE RABİA HATUN ÇEŞMESİ : Çeşme mezarlığının yakınlarında yer alan bu çeşme 1851 yılında yaptırılmıştır 3 cepheli olarak yapılmış olup doğu ve kuzey kısımlarında yer yer çöküntüler görülmektedir.

7 NOLU ÇEŞME : Bu Çeşme ara sokaklarda bulunan asıl yerinden alınarak Çiftlikköy yolu üzerinde yeni limanın karşısında yol kenarına taşınmıştır.Neden oraya götürüldüğü bilinmiyor. Bu taşınma sırasında kitabesi de kaybolduğu için bu çeşmeyi kimin hangi tarihte yaptırdığı bilinmemekte.

KAYMAKAM SADIK BEY ÇEŞMESİ : Çeşme 1886 yılında 4 cepheli olarak düşünülmüştür. Kitabesi zarar görmeden günümüze kadar ulaşmış. Şebeke suyuna bağlı olduğundan sarnıcının artık önemi yoktur. Çeşme’nin içerisindeki çarşının yakınlarında yer almakta.

İKİ ESKİ ÇEŞME : İki eski çeşme Balıklıova’dan, Ildırı’a giden yol üzerinde bulunur. Restorasyon görmemelerine rağmen iyi durumdadırlar. Kimin yaptırdığı bilinmiyor. Uzun yıllardan günümüze kadar işlevlerini sürdürdükleri düşünülürse oldukça sağlam inşaa edildikleri anlaşılır. Eski ticaret yolu üzerinde bulunan bu iki çeşmenin kervanların su ihtiyacını karşılamak üzere yapıldıkları düşünülmektedir.

ÇEŞME GİRİŞİNDEKİ ÇEŞME : Çeşme ilçemizin girişinde yer almakta. Yol genişletme çalışmaları sırasında yeri değiştirilerek buraya getirilip , yeniden restore edilerek bu hale getirilmiştir. Bu yeni görüntüsü ise eski halini aratmakta olduğunu düşünüyorum.

HACI SALİHA ÇEŞMESİ : Şerif Ağazade Seyyidi Hasan Ağa Ailesi Hacı Saliha Çeşmesi olarak da bilinir. Bu çeşme 1800 yılında yapılmış. Eski yerinden kale önü liman girişine getirilmiş olan bir çeşmedir. Bu nakil sırasında ciddi bir restorasyon görüp sarnıcı da küçültülerek son halini almıştır.

DİĞER ÇEŞMELER : Mimarisi ve görünüşleri en ilginç olanlardır. Özelikle yan yana iki çeşme görenlerin dikkatini çekmektedir.



















İNSÜLİN DİRENCİ

Pankreas tarafından salgılanan insülin hormonu organizmada kan şekerini düşüren tek hormondur. Gıdaların sindirim uğradıktan sonra dönüştükleri glukoz organizmanın başlıca enerji kaynağını oluşturur.
Kandaki glukoz düzeyi yükseldikçe , pankreasın kana verdiği insülin miktarında da artış olur.
Glukoz, hücreler tarafından kullanılabilmek için kandan ayrılarak vücut hücrelerinin özellikle kas ve karaciğer hücrelerinin içerisine girmesi gerekir. İnsülin hormonu bu geçişi sağlar. Hücre içerisine giren glukoz burada başlıca hareket olmak üzere organizmanın tüm yaşam enerjisini sağlar.
İnsülin direncinde, hücrelerde insüline duyarsızlık oluşur. Metabolizmanın insüline gereksinmesi olduğundan pankreas daha fazla insülin salgılamak zorunda kalır. Kişinin kan şekeri normal olduğu halde kan insülin seviyeleri gün geçtikçe yükselir. Bu yüksekliğin uzun sürmesi ve önlem alınmaması halinde insülin pankreas hücrelerine zarar vermeye başlar. Yapısı bozulan hücreler yeterince insülin salgılayamaz ve kanda şeker yükselmeye başlar. Bir müddet sonra kişi artık şeker hastasıdır.
Şeker hastalığının oluşumunun yanı sıra insülin hormonunun metabolizmada sürekli yüksek olmasının istenmeyen bir sonucu da kilo alma üzerine olan etkisidir.
İnsülin sürekli yüksek olması iştahın artmasına ve yağ depolanmasını artmasına neden olur. Bunlarda kilo almayı artırıcı ve vermeyi zorlaştırıcı etkenlerdir. Bu nedenle insülin direnci bulunan kişilerin kilo vermeleri oldukça güçtür.
Ülkemizde bir ilaç firmasının desteği ile yapılan 4000 kişi üzerinde Metsar adı altındaki çalışma sonucunda araştırmaya katılanların
yüzde 36 sında obezite bulunduğu saptandı. İki milyon altıyüze elli bin diyabetli bulunan ülkemizde yaklaşık üç milyon kişinin de risk grubu içerisinde bulunduğu düşünülürse insülin direnci analizinin önemi anlaşılıyor. Erken olarak ve de bir şikayet yokken saptanan insülin direnci yaklaşmakta olan şeker hastalığının ilk belirtisi olması açısından önemlidir.
İnsülin direncinin saptanması
İnsülin direnci analizi başlıca parametreleri açlık kan şekeri ile insülin olan bir indekstir. HOMA-IR olarak ta bilinen bu indeksin 2.5 altında olan değerleri negatif olarak kabul edilir. 2.5 üzerindeki değerler insülin direncinin varlığını gösterir.


ŞEKER HASTALIĞI


Şekerli diabet veya tıp deyimiyle diabetes mellitus kanda şeker (glikoz) seviyesinin artışı ile karakterize bir metabolizma hastalığıdır. Hastalığa pankreas bezi tarafından salgılanan insülin hormonunun azlığı veya yokluğu neden olur.
Şeker hastalığı tarihin çok eski zamanlarından beri biliniyordu. Hastalığa diabet ismini 2000 yıl kadar önce Romalı hekim Areteaus vermişti. 1859’ da bu hastalıkta kanda glikoz seviyesinin yükseldiği saptandı. Bundan yaklaşık on yıl kadar sonra ise bu hastalığının nedeninin insülin noksanlığı olduğu görüldü. 1920 li yıllarda ise ilk defa insülin tedavisine başlandı.

Sıklığı : Diabet sık rastlanan bir hastalıktır. Yaş ilerledikçe görülme oranı artar. 55-65 yaş aralığında görülme sıklığı 100 kişide 7-8 civarındadır. Genetik olarak aile fertlerine geçtiği kabul edilir. Anne veya babanın birinde hastalık olmasında çocuklarında diabet olasılığı % 30 , her ikisinde de bulunması halinde ise bu oran % 65 olarak saptanmıştır.

Diabetin belirtileri : Hastalığın üç esas belirtisi vardır. Bunlar çok idrara çıkma ( poliüri), çok yemek yemek ( polifaji) ve su içme ( polidipsi) dir. Kan şekerinin yükselmesi idrara çok miktarda şekerin geçmesine neden olur. İdrara geçen bu şeker kendisi ile birlikte çok miktarda suyu da beraber sürüklediğinden idrar miktarında çoğalmaya neden olur. Dokular arası sıvının yüksek glikoz konsantrasyonu susuzluk hissini uyandırıp çok su içilmesine neden olur. Sürekli idrarla şeker kaybedilmesi nedeniyle enerji gereksinmesi sağlanamadığından diabetli hasta bunu gidermek amacıyla normalden fazla yemek yer. Kişi sürekli olarak halsizdir.Kas spazmları, görme bozuklukları, baş dönmesi ve adet düzensizlikleri sık olarak görülür.Hastalık ilerledikçe kilo kaybı kaçılmaz bir bulgu olarak ortaya çıkar.

Diabetin komplikasyonları: Hastalık tedavi edilmediği taktirde çeşitli ek hastalıklara yol açar. En belirgin olanları damar sistemi üzerinde görülenlerdir. Başlıca etkilenen göz ve böbrek damarlarıdır. Zaman içerisinde çeşitli derecede göz bozukluklarının nedeni olabildiği gibi görme yeteneğinin tamamen kaybolmasına da sebep olabilir. Ayrıca böbrek damarlarında oluşan hasar zaman içerisinde böbrek yetersizliğine dönüşür. Diabetli hastalarda damar sertliği olarak bilinen ateroskleroz’un daha çabuk geliştiği saptanmıştır. Sinir sistemi üzerindeki olumsuz etkileri duyu ve his kaybına yol açar. Bu oluşunca ayakta karıncalaşmalar, düzensiz ağrılar ve refleks azalması gibi şikayetlerle kendisini belli eder. Kanın geç pıhtılaşması, çeşitli deri lezyonları, enfeksiyonlara direncin azalması ve diabet koması tedavi olmamış hastalarda görülebilecek bulgulardır. Gebelik şeker hastalığını ortaya çıkışını kolaylaştırıcı bir faktördür. Bu nedenle hamilelerde diabet araştırılması yapılması gereklidir.

           Şeker hastalığının tanısında kullanılan başlıca testler
Açlık kan şekeri tayini : 8 ile 12 saat arası aç kalındıktan sonra alınan kanda şeker düzeyi 70 – 110 mg/dl arasında olmalıdır. 130 mg/dl üzerindeki değerler ciddi olarak araştırılmalıdır.
Tokluk kan şekeri : Karbonhidratlı bir yemekten iki saat sonra kandaki şeker düzeyidir. İyi çalışan bir pankreas bu sürede kan şekerini açlık sınırları içerisine çeker.
Şeker yükleme : 50,75 veya100 gr şeker verildikten sonra çeşitli zamanlarda bakılan kan şekeri düzeyidir. Hamilelerde genellikle 50 gr yeterli görülür.
Kanda İnsülin düzeyi : Açlık veya tokluk insülin düzeyinin ölçülmesi bu hormon hakkında fikir sahibi olunmasını sağlar.
İdrarda şeker ve keton tayini : Kandaki glikoz düzeyi 180 mg/dl düzeyini geçtikten sonra böbrek eşiğini aşarak idrara geçer. Şeker hastalarında idrarlarında keton görülmesi şeker komasına yaklaşıldığını gösteren bulgulardan bir tanesidir.
HbA1C : Hemoglobin A1C analizi son üç aydaki kandaki şeker düzeyi hakkında bilgi sahibi olunmasını sağladığından tanıda ve tedavinin gidişatını izlemede kullanılan değerli bir testtir.
İdrarda Mikroalbümin : Bir kerede alınan veya 24 saatlik idrarda bakılan mikroalbümin düzeyi bu hastalıktan böbreklerin etkilenip etkilenmediğini gösteren ilk bulgulardan birisidir.


Tedavisi : Diabet hastalığının tedavi edilmesi şarttır. Tedavi edilmediği taktirde komaya kadar gidebilen olumsuzluklar olabildiği gibi karşılaşılan komplikasyonlar kişiyi kaliteli bir yaşam düzeyinden yoksun bırakır. Tedavinin amacı hastanın uygun bir kiloda kalması ve kan şekeri düzeyinin normal sınırlar içerisinde tutulmasıdır. Tedavi sırasında hipoglisemiden de kaçınmak gerekir. Diyabetli kişilere hastalık açık açık anlatılmalı tüm ayrıntılar konusunda bilgi verilmelidir. Hastanın da doktor tarafından belirlenecek özel Diyet’e uyması gerekir. Bu çok önemli bir kuraldır. Hasta yaşantısında şekerli gıdalardan kaçınıp suni tatlandırıcılar kullanmaya alışmalıdır. Bunun haricinde kan şekerini düşürücü etkisi olan ağızdan alınan ilaç , ilerlemiş hastalarda ise insülin tedavisi gereklidir. Böyle durumda hastaya insülin yapmayı da öğretmek gereklidir.

M E L A N K O L İ

Düşünme akışının birden kesilmesi , sıkıntı, mutsuzluk , kötü düşüncelerin yarattığı karamsarlık ile karakterize derin depresyon durumuna melankoli veya melankolik depresyon ismi verilir. Halk arasında toplumdan kaçıp,içine kapanma hali olarak bilinmesine karşın aslında ciddi ve tedavi edilebilen bir hastalıktır. İnsan beyninde kalıtsal olduğu düşünülen bir takım kimyasal değişikler sonucunda ortaya çıkar. Başlangıcı oldukça sinsi olup ilk dikkat çeken bulgusu mizaç ve karakter değişikliğidir. Kişi eskiye göre daha hassas olup, en ufak olaylar karşısında saatlerce ağlamakta ,normal hareketlerinde ise belirgin bir yavaşlama göze çarpmaktadır. Günlük işlerini ihmal etmeye başlar. Çalışma hayatında verimi hızla düşer. Uykusuzluk ve iştah kaybı tüm olgularda görülen değişmez bir bulgudur. Baş ağrısı, kabızlık, ellerde titreme ve kilo kaybı sık rastlanan diğer belirtilerdir. Tüm yaşantısını korku ve endişe sardığı zaman melankolinin tamamen yerleştiği söylenebilir.

HASTALARIN GÖRÜNTÜSÜ
Hastaların karakteristik bir yüz ifadesi ve görünümü vardır. Vücudu ve başı öne doğru eğik omuzları düşük, gözleri sürekli yere dikilidir. Yavaş hareket eder. Az konuşur sesi kısıktır. Sesinin zorlukla çıktığı bile düşünülebilir. Çoğu kere ne dediğini anlamak güçtür. Yüzünde pek mimik görülmez. Genellikle iki kaşının arasında omega harfine benzer bir kırışıklık vardır. Melankolik kişi hareket etmek istediği halde gerekli enerjiyi kendisinde bulamadığı için hareketsizdir.

KORKULAN TEPKİ = İNTİHAR
Melankoliklerdeki intihar arzusunun üzerinde özellikle durmak gerekir. Eğer kendi kendisini şuçlama şeklinde de bir düşüncesi varsa intihar kendisini cezalandırmadır.Kişi kendisini suçlu ve işe yaramaz hisseder.Ailesine yük olduğunu düşünmektedir.Kimse tarafından sevilmediğini ve yaşamının gereksiz olduğu inanır.İntihar arzusu oluşunca bunu çevreye hissettirilmez. Fırsat bulunduğu anda ise bunu gerçekleştirir. Bu nedenle fikir oluştumu intihara engel olmak son derece güç hatta imkansızdır. İntihar için çeşitli araçlar kullanılır. En sık görülen kendini asma şeklinde olandır. Diğerleri ilaç ve çeşitli zehirlerdir.
ÇOK ESKİDEN TANIMLANMIŞTI
Eski zamanlardan beri bilinen bu hastalığı Aristotales doğaları gereği bu tür yaşam tarzını seçenleri melankolik olarak kabul edilmemesi gerektiğini söyler. Hipokrat melankolik hastaların kendi dünyaları içerisinde acıdan kıvrandıklarından bahseder. Ünlü Alman filozofu Nietzsche ise melankoliklerin herkes gibi yaşamak istemediklerini gözlemiş. Ona göre bu tür hastalar içsel kuvvetlerini kaybetmiş olan kişilerdir.

TEDAVİ
Melankolik hastaların tedavisinin psikiyatri kliniklerinde yapılmalıdır. Ayaktan tedavi ile şifa bulması zor hatta imkansız olduğundan hastanın bir müddet hastanede yatırılması şarttır. İlk önlenmesi gereken intihar dürtüsüdür. Diğer taraftan kişilerde oluşan gıda reddi ciddi bir beslenme problemini de beraber getirir. Buda hastane ortamında çözülmesi gereken bir sorundur. İlaç tedavisinin doktor kontrolunda ve sürekli izlenerek yapılması hasta için faydalıdır. İlaç tedavisinde dikkat edilmesi gereken en önemli konulardan bir tanesi de intiharın önlenmesidir. Çünkü melankolik hastalarda ilaç tedavisinin sağladığı iyilik hastanın intihar düşüncesinin artmasına neden olur. Bu nedenle iyileşme dönemlerinde çok dikkatli olarak gözlenmelidir.





Ş İ Z O F R E N İ

Gerçek olmayan düşünceler, hayal görme, ortama adaptasyon noksanlığı ile seyredip kişinin gerçeklerden uzaklaştığı bir akıl hastalığıdır.

Şizofreni kelimesi Yunancada bölünmüş anlamına gelen ‘sizo’ve akıl anlamına gelen ‘ frenos’ sözcüklerinin birleşiminden oluşur. İlk olarak 1833 yılında Benedict Morel tarafından daha çok genç yaşlarda görülmesi üzerine demence precace (erken bunama ) hastalığı olarak tanımlanmıştır.

Yurdumuz da 600000 kadar kişide bu hastalığın varlığı biliniyor. Yavaş ve sinsi olarak başlar. Basit şeklinde sadece olaylara duyarsızlık, çekingenlik, insanlar arası ilişkilerde zayıflama vardır. Hastalık ilerledikçe düşüncede değişiklik, hallüsinasyonlar, olayları değerlendirme yanlışlık, yürüme ve konuşma bozuklukları, bazı hastalarda ise agressif hareketler dikkat çeker.

HASTALARIN İLK ŞİKAYETLERİ

Hasta kendisini genel bir çöküntü içerisinde hissetmektedir. Halsizdir. İş yapmaya gücü yoktur, her zaman yatmak ister. Sürekli canının sıkıldığından bahseder. Bu durumu ’ Hareketlerim yavaşladı,kolumu kaldıracak gücüm yok’ şeklinde ifade eder. Yaşamdan zevk alamamaktadır.

Yabancılık hissi vardır. Aynaya baktığı zamanlarda bile kendisini tanımadığını söyler. Bu his yalnız kendisi için değil tanıdığı başka insanlar içinde geçerlidir.

Konuşurken başkası konuşuyor gibi bir düşüncededir.

Kafasında bir sersemlik vardır.’Ben kimim ?’ gibi sorular son zamanlarda zihnini doldurmaktadır. Bazı zamanlarda olayları bir perdenin arkasından gördüğünü rüya ile gerçeği ayırmada sorun yaşadığından bahseder. Yeni korkuları oluşmaya başlamıştır.Bunların en sık rastlananları ölüm korkusu,yalnız kalma ve karanlık korkusudur.

Öğrenciyse okuldaki başarısının düştüğünden söz edilir. Ders aralarında herkes den uzak tek başına bir köşeye çekilir. Arkadaşlarına ve ailesine karşı zaman zaman hırçın ve saldırgandır.

Bazı kişiler de hastalık yemek yeme alışkanlığının değişikliği veya çeşitli ağrı şikayetleriyle başlayabilir.

HASTALIĞIN OLUŞUMU

Hastalık sıklıkla 18-30 yaşları arasında başlar. Araştırmalar hastalığın oluşmasında kalıtımsal faktörlerin rolü olduğunu göstermektedir . Hastalık belirli bir genle nakledilen beyindeki bazı kimyasal maddelerin ve enzimlerin yetersizliği sonucunda oluşur. Sosyal baskı ve yaşamsal sıkıntı hastalığın oluşturmaz. Ancak var olan hastalığın ortaya çıkmasını hızlandırır.

                İLERLEMİŞ HASTALARDA RASTLANAN BULGULAR

Şizofren hastanın dış görünüşü klinik tablonun şekline ve hastalığın safhalarına göre değişik şekiller gösterir. Genel olarak üstüne başına pek bakmaz. Pis ve dağınık bir görüntüsü vardır. Yüz mimiklerin anlamsızdır. Her şeye olumsuz bakan bir negativizm sık görülür.Davranış ve düşünceleri ilkeldir. Bazı kişilerde konuşma az veya ileri derecede bozulmuş olup tüm vücut kaslarını tutan bir kasılma da görülebilir. Karşısında duran kişinin hareketlerini taklit etmesi sık görülür. Bazen de anlamsız ve gereksiz hareketler yapar. Tedavi edilmemiş hastalarda ses ve duyu halüsinasyonları sık olarak görülür. Sosyal adaptasyon kaybolmuştur. İlerlemiş hastaların manyetik rezonans (MR ) ve pozitron emisyon tomografisi (PET) tetkiklerinde beyinde ufalma ile karakterize bir takım değişiklikler saptanmıştır.

                                                  TEDAVİ

Şizofreni için spesifik ve her hastaya tatbik edilebilen standart bir tedavi yoktur. Doktor tedavisini hasta ile kurduğu diyalog sonucunda belirler. Bu nedenle hastanın bir psikiyatri kliniğine yatırılarak tedavi edilmesi şarttır. Hasta klinik içerisinde yakından ve dikkatle izlenir. Bu arada kişinin hastalığını kabul etmesi ve bir süreliğine yattığı kliniği evi olarak benimsemesi gereklidir. Hasta olduğunu kabul etmeyen ve kliniğe yatmayan veya yattığı halde ‘Benim burada ne işim var?’ diyerek saldırgan davranışlarda bulunan hastaların tedavisi mümkün değildir. Hastaneye yatan hasta tedavisi yapılırken bir oyalantı ile ilgilenmesi sağlanır. Karakalemle resim yapmaya ve kitap okumaya yönlendirmek en çok tercih edilenleridir. Etrafında bulunan diğer hastalarla düzgün diyalog kurması tedavinin gidişatı açısından çok önemlidir. Bilinmelidir ki hastaneden taburcu olduktan sonrada tedavisi devam edecektir. Gerekli olan ilaç kullanımı ve bunların dozajlarının ayarlanması psikiyatri hekimlerini sık sık ziyaret etmesini gerektirecektir. Sosyal hayata yeniden adapte olmasını sağlamak ailenin başlıca görevleri arasındadır. Bu adaptasyon uygulamaları ilaç tedavisi ile birlikte düzenli bir şekilde yapıldığında iyileşme yüzdesi yüksek olmaktadır.

Kanserden korunmak için altın öğütler

1. Sigara içmeyin ve içilen ortamlarda bulunmayın. Sigara Akciğer ve gırtlak kanserlerinin bir numaralı sorumlusudur. Ayrıca sindirim sisteminin tüm organlarıyla mesane ve böbrek dokularında kanser gelişmesini arttırır.
2. Fazla güneşte kalmayın. Deri kanseri dünyada en fazla görülen kanser türlerinden birisidir. Bilindiği gibi özellikle yaz aylarında öğlen saatleri güneş ışıklarının cilde en çok zarar verdikleri zamandır.
3. Vücudunuz da yeni oluşan değişimleri mutlaka doktorunuza danışın. Bunların başlıcaları akıntı, olağan dışı kanama ( özellikle menopoz sonrası), uzun süren kuru öksürük, vücudunuzun her hangi bir yerinde şişlik, idrar zorluğu, iştahsızlık, halsizliktir. Bunlar kötü bir hastalığın ilk belirtileri olabilir.
4. Yıllık sağlık kontrollerinizi mutlaka yaptırın. Bir şikayetiniz olmasada yılda en az bir kere doktorunuza muayene olun. Kan ve idrar analizlerinizi yaptırın. Menopoz döneminde iseniz yılda bir kere mamografi ve smear analizi ile tümör belirleyici kan analizlerinize baktırın.
5.Gıdalarınıza dikkat edin. Hormonlu, GDO ‘lı, tarım ilaçlı, aşırı koruyucu madde ve boya kullanılan gıdalardan kaçının. Tarım ilacı kullanılma olasılığı nedeniyle meyve sebzeleri bol su ile yıkayın. Son kullanma tarihi geçmiş gıdaları kullanmayın. Açıkta satılan gıdaları almayın. Tüp gaz ile pişmiş, yanık etleri, aşırı yağlı ve kalorili gıdaları tüketmeyin. Kızartmalardan ve aşırı tuzdan uzak durun. Fazla turşu ve fast foot tüketmeyin. Yıllarca bekletilmiş kuru gıdaları kullanmayın. Kızartma yağlarını tekrar kullanmayın. Lifli gıdalar ile bol meyve ve sebze tüketin. Kilo almaktan kaçının.
6.Stres, uyku, egzersiz çok önemlidir. Stresli ortamlarda bulunmaktan kaçının. Günlük 6-7 saatlik düzenli uykunuzu ihmal etmeyin. Sürekli uykusuzluk ve stresli ortamlarda bulunmak, bol kafein tüketmek ve hareketsizlik kanser oluşumunu artırır. Mümkün olduğu kadar spor yapmaya gayret edin. Bunlar basit şekliyle yürüyüş , merdiven çıkma dahi olabilir. Yaşamda aktif olun olaylara olumlu bırakın.
7. Bol su için. Bol su ve yeşil çay içmek böbreklerinizin iyi çalışmasını sağlar. Bol miktarda ve çok sıcak içilen içecekler sindirim sisteminize zarar verebilir. Ondan çay ve kahve gibi içecekleri çok sıcak olarak tüketmeyin. Kullandığınız suyun temiz olmasına dikkat edin. Plastik ve pet suları buzlukta dondurmayın. Dondurulduysa tüketmeyin.
8. Giyiminize dikkat edin . Yüzde yüz organik olan pamuk, keten, kenevir ve yünden yapılmış giyim eşyaları kullanın. Petrol bazlı sentetiklerden olan ve içerisinde plastik kullanılmış giyim eşyaları ile kimyasal madde kullanılarak beyazlatılmış giyim eşyalarını kullanmayın.
9. Fazla alkol kullanmayın. Sık alınan alkolun sindirim sistemi ve karaciğer kanserini arttırıcı etkisi olduğu saptanmıştır. Alkol tüketilecekse Kırmızı şarap tercih edilmeli ve bu günde iki kadehi geçmemelidir.

10. Ortam . Mümkün olduğu kadar elektromanyetik alanlarda bulunmayın. Yaşadığınızı ortamı sık sık havalandırın. Havasız, karanlık ve rutubetli ortamlardan ve yoğun çevre kirliliği bulunan ortamlarda yaşamaktan kaçının.

Aşırı şüphecilikle karakterize kişilik bozukluğu P A R A N O Y A

Genellikle ileri yaşlarda ortaya çıkıp kişide karmaşık ruhsal düşüncelerin bulunduğu bir hastalıktır. Oluşumunda kalıtımsal ve çevresel faktörlerin rolü olduğu düşünülmektedir.
Paranoyak kişilerin öne sürdüğü varsayımlar konusunda mantıki tartışmaya girmek doğru değildir. Tedavi edilmemiş kişiler kendilerine ait düşünceleri asla değişmez. Kesinlikle hasta olduklarını kabul etmezler. Fazla üzerine varırsanız sizi de"düşman" bellerler. 

Paranoid kişilerde rastlanan bulgular
- Kişi sürekli olarak tedirginlik ve korku içerisinde yaşamını sürdürür.
- Etrafındaki kişilerin onu öldürmek istediğinden şüphelenir.
- Zekasında azalama veya değişim söz konusu değildir.
- Her zaman izlendiğini düşünür. Pencereden baktığında yoldaki kişilerin onu beklediği veya takip ettiği kanısındadır.
- Yiyecek ve içeceklerine zehir katıldığını düşünerek başkasının hazırladığı yemekleri yemez.
- Kişilerin sıradan hareketleri kendisi için olağan üstü anlatımlar ifade edebilir.
- Kafası hep karışık olup,düzenli bir düşünce akışı yoktur.
- Zaman zaman eşinin onu aldattığından şüphelenir. Hatta işine gitmeyip eşini izler.
- Kendisine yönelik gerçek dışı tehlikeler vardır.Bunlardan korunmak için ciddi önlemler alır.
- Hak iddiası paranoyasına kapılanlar tüm zamanlarını mahkemede geçirir. Her konuda ve herkes den davacı olur. Sürekli olarak haklarının gasp edildiğini düşünmektedir.
- Büyüklük paranoyasına kapılanlar kendilerini peygamber veya mehdi olarak görmektedir.
- Keşif paranoyasında kişi ya hayali icatları olduğunu söylemekte veya mevcut buluşların kendisi tarafından keşfedildiğini söylemektedir.


TEDAVİSİ : Paranoya ciddi bir ruhsal hastalık olmasına rağmen tedavisi kolay değildir. Kişilere dürüst olmak gerekir.Otoriter ve kaba tavır hastalığın tedavisini güçleştirir.Bazı ağır hastaların psikiyatri kliniklerinde yatırılarak tedavisi gerekebilir.Günümüzde gelişmiş olan ilaç tedavisinin yanı sıra uzun süreli psikolojik tedavi hastaya fayda sağlar. 

Organlarımızın kendi aralarında haberleşmeleri .. HORMONLARIMIZ


Vücudumuzda hücreler arası iletişimi sağlayan kimyasal maddelere hormon ismi verilir. Hormonlar iç salgı bezi olarak isimlendirilen organlardan salgılanıp, kan dolaşımına katıldıktan sonra, hedefi olan hücrelerdeki metabolik olayları ve kimyasal reaksiyonları düzenleyip hücrelerin büyüme ve salgılama işlevlerini kontrol altında tutarlar.

                        Başlıca Hormonlarımız

Büyüme ( Somatotrop ) Hormonu : Büyüme çağındaki kişilerde etkisi ile tüm vücut organlarının , daha ileri yaşlarda ise bazı doku ve organların büyümesini sağlayan bir hormondur. Büyüme çağında eksikliğinde cücelik, fazla salgılanmasında ise aşırı uzun boy oluşur. Yetişkinde fazlalığında el, ayak,çene ve yüzün belirli kısımlarında kemik büyümelerine neden olur.

FSH ( Folikül Stimülan Hormon ) : Kadınlarda yumurta hücrelerinin olgunlaşmasını sağlar. Erkeklerde ise testislerde sperm hücrelerinin üretimine katkıda bulunur.     Düşük FSH değerlerine yumurtalığın kistik hastalıklarında            ( polikistik over ), adet düzensizliklerinde ve doğum kontrol hapı kullananlarda rastlanır. Yüksek FSH değerlerine menapozda, kadınlarda yumurta üreten hücrelerin(erkeklerde ise testis) yokluğu veya yetersizliğinde görülür.

LH ( Lüteinizan Hormon ) : Kadınlarda yumurtanın gelişmesini ve ovülasyonu ( gelişen yumurta hücresinin yumurtalıktan ayrılmasını ) sağlar. Erkeklerde ise erkeklik hormonlarının oluşmasına katkıda bulunur. LH noksanlığında yumurtlama oluşamaz. Azlığında ise yumurtanın gelişmesi tam olmaz. Yüksek LH düzeyinin yumurtlama mekanizmasına zarar verdiği saptanmıştır.

Prolaktin : Hamililiğin beşinci haftasından itibaren sürekli olarak artarak doğumdan sonra maksimum değerlerine ulaşır. Bu devrede meme dokusuna etki ederek memelerden süt gelmesini sağlar. Prolaktinin yükselmesi adet düzensizliğine ve adet azalmasına neden olabilir. Erkeklerde ise prolaktin yüksekliğinin sperm oluşumunu olumsuz olarak etkilediği bilinmektedir. Ayrıca bazı beyin tümörlerinde kanda yüksek değerlerde bulunur.

Tiroit Hormonları : Tiroit hormonlarının , önemli bazı metabolik olayların düzenlenmesinde, hücrelerin gelişimi ve gıdaların emilimi ile sinir sisteminin düzgün çalışmasında önemli aktiviteleri vardır. Tiroit hormonlarının fazlalığında ellerde titreme, sıcağa tahammülsüzlük, aşırı terleme, çarpıntı, kilo kaybı ila birlikte konsantrasyon bozukluğu ve fikir dağınıklılığı sık görülen bulgulardır. Bu hormonların yetersiz salgılanmalarında ise adet düzensizliği, metabolizmanın yavaşlaması, soğuğa tahammülsüzlük, kolay yorulma, zeka azalması ile birlikte uykuya eğilimin arttığı görülür. Tiroit bezinin büyümesine guatr denilir. Guatrın nedenlerinden bir tanesinin de tiroit hormonlarının salgılanmasındaki düzensizlik olduğu bilinmektedir.
Tiroit hormonlarının oluşması beyinden salgılanan TSH hormonunun etkisiyle olur. Bu uyarı ile tiroit bezi içerisindeki tiroksin hormonu üç veya dört adet iyot ile birleşerek T3 veya T4 hormonlarını oluşturur. Bu mekanizma ile oluşan T3 ve T4 hormonlarının bir kısmı kanda serbest olarak bulunduğu için bunlara serbest (free ) T3 ve T4 denilir. Kretenizm yeni doğan bebeklerde veya çocukluk döneminde tiroit hormonlarının yetersizliği sonucunda oluşup zeka azlığı ile birlikte fiziksel gelişme bozuklunun bulunduğu önemli bir hastalıktır.

Kortizol : Böbreküstü bezinde oluşan önemli bir hormondur. Kanda kortizol fazlalığı özelikle yüz, ense ve göbek bölgesinde yağ birikimine sebep olur. Kişilerde cinsel istek oldukça azalır. Kadınlarda adet düzensizliği ve yüzde kıllanma dikkat çekicidir. Kortizolun azlığında ise aşırı terleme, iştah kaybı, deride lekeler, halsizlik, kilo kaybı, baş ağrısı ve uyku bozuklukları görülür.

İnsülin : Pankreasta üretilip kana verilen bir hormondur. Karbonhidrat metabolizması üzerine etki ederek kan şekeri düzeyini düşürür. İnsülin hormonunun tam veya kısmi yetersizliğinde kan şekerinin yüksekliği ile karakterize şeker hastalığı ( Diabetes mellitus) oluşur. Bu hastalıkta şeker organizmada tam olarak kullanamadığı için hasta fazla yemek yeme, çok su içme ve çok idrara gitme ihtiyacı hisseder.

Erkek cinsiyet hormonları :Testosteron, Androstenedion ve Dehidroepiandrostenodion (DHEA-DHEAS) hormonları erkek cinsiyet organlarının ve erkek cinsiyet karakterlerinin gelişmesini sağlar. En önemli erkek cinsiyet hormonu olan testosteron erkek eşem hücreleri olan spermatozoidlerin gelişmesini sağlar. Testosteron hormonu kanda proteinlere bağlı olarak taşınabildiği gibi az bir kısmı ise serbest olarak bulunur. Kanda serbest olarak bulunan testosterona serbest veya free testosteron denilir. Bu hormonlar kadınlarda az miktarda sentez edilir. Oluşumlarının artması kadınlarda aşırı kıllanma oluşturur.

Dişi cinsiyet hormonları : Östrojen ve progesteron en önemli dişi cinsiyet hormonlarıdır.
Progesteron : Kadınların yumurtalıklarında oluşur. Menstrüel ( adet ) siklüsünün ikinci yarısında yumurtanın gelişimini sağlayıp, uterusu ( rahmi ) hamilelik için hazır hale getiren bir hormondur. Hamilik oluşmaz ise kandaki seviyesi hızla düşer. Hamilelik oluşursa hamileliğin sonuna kadar seviyesi yüksek olarak devam eder. Kanda düşük düzeydeki progesteron’a yumurtanın gelişememesi ile karakterize düzensiz adet bozukluklarında, hamileliğinde sürekli düşük oluşan kadınlarda ve Turner sendromu olarak bilinen ve kromozon anomalisiyle birlikte adet görememe hali olan kişilerde rastlanır.
Östrojen : Kadınların yumurtalığında üretilen diğer bir hormondur. Adetin oluşmasını, düzenini ve uterusun hamilelik için uygun hale gelmesini sağlar. Cinsel olgunluğun devamlılığı sağlar. Kadın üreme organlarının düzgün çalışması için gerekli olan hormonlardan birisidir. Östrojen hormonunun normalden az üretilmesinde adet düzensizliği sık görülen bir bulgudur.

Beta HCG : Hamilelik ile birlikte anne ile çocuk arasındaki kan alış verişini sağlayan plasenta organı oluşurken salgılanmaya başlayan bir hormondur. Hamilelik oluştuktan 8-9 gün sonra kanda seviyesi yükselmeye başlar. Hamilelik haftasının artmasıyla birlikte kandaki düzeyi hızla artar. Kanda hamilelik testi olarak kullanılabildiği gibi normal hamileliği dış gebelikten ayırt etmek amacıyla da kullanılır. ( Dış gebelikte HCG artışı beklenenden daha düşüktür.)