Ünlü ilçemiz Bodrum’un adı
nereden geliyor ?
Yurdumuzun
önemli turizm merkezlerinden birisi olan Bodrum , eski adı Halikarnassos olan
bir Karya şehriydi. Bu tarihi şehir ilk
olarak bu günkü kalenin bulunduğu Zepheria denilen adanın üzerinde kurulmuştu. Zamanla bu ada kıyı ile birleşerek bir
yarımada şeklini almıştır. Mitolojide Zephyros bahar rüzgarları tanrısıdır. Bahar
ve yaz aylarında bu bölgeye serinlik
getiren meltem rüzgarları nedeniyle bu
isim verilmiştir. 1403 tarihinde İzmir’den gelen St.Jean şövalyeleri bu yarımda üzerine büyük bir şato kurarlar ve
bunu Saint Peter’e adayarak ona
Petronium adını verdiler. Bu isim Türkçede zamanla değişerek Bodrum halini
alır.
Osmanlı saraylarında çubuk alayı
Osmanlı
saraylarında çubuk hazırlayıp bunu ikram
etmekle görevli olan kişilerin oluşturduğu grubun adıdır. Çubuk tütün içmeye
yarayan bir çeşit uzun pipodur. Bunlar genellikle kiraz veya yasemin ağacından
imal edilirdi.Bir ucunda tütünün konulduğu
lüle vardı. Öbür ucunda ise kehribar veya yeşim taşından yapılmış bir
ağızlık bulunurdu. Çubuk alayı denilen görevliler çubukla ilgili gelenekleri
yerine getirirlerdi. Birisi kül tablasını taşırken,diğeri lüle kısmını çubuğun
üzerine yerleştirir başka birisi ise uç
kısmını içecek olanın ağzına göre ayarlardı. Çubuk alayında çalışanların
başında ise çubukçu başı bulunur tüm işlemleri takip ederdi. Çubukçu başının
idaresi altında bir ateşçi , on tanede çubukçu görev yapardı.
Atı
alan Üsküdar’ı geçti
Eski
zamanlarda yaşayan İzzet Efendinin dillere destan güzellikte olan bir karısı
varmış. Karısını herkesten kıskanır onun bir yere gitmesine izin vermezdi.İzzet
Efendinin Neşet Molla isminde her şeyini paylaştığı hatta hacca bile birlikte
gittiği çok yakın bir arkadaşı vardı.
Evlerine
rahatça girip çıkan bu kişi zamanla arkadaşının karısına göz koyup İzzet
Efendiyi karısının başka bir sevgilisi olduğu yönünde ikna etmiş. Bunun için
sözde sevgilisinden gelmiş süsü verilen mektuplar, kapının önünde yanlışlıkla
unutulan ayakkabılar gibi bir takım senaryolarla bu şüphelerin kuvvetlenmesine
yol açmış. Sonunda karısının kendisini aldattığına inanan İzzet Efendi
karısından boşanır.Bunu fırsat bilen Neşet Molla ise hemen kadınla evlenir.
‘Bundan sonra İzzet Efendinin yüzüne nasıl bakacaksın? ‘ diye soranlara ben
söyleyecek hiçbir şey bulamazsam ‘Atı
alan Üsküdar’ı geçti derim olur biter .‘ demiş. Bu terim bazı konuları anlamak veya uygulamak için çok
geç kalındı manasında günümüzde de
kullanılmaktadır.
Ceneviz ve
Cenevizliler
İtalya’nın Cenova şehrinde 12.yy dan 1805 yılına kadar
hüküm sürmüş olan bir kent devletidir. Gemicilik ve denizcilikte çok gelişmiş
olan bu ufak devlet Akdeniz bölgesinde pek çok koloninin sahibi olmuştur. 1492
yılında Amerika’yı keşfeden ünlü denizci
Kristof Kolomb , Preveze deniz savaşında
haçlı donanmasının komutanı olan Andrea Doria’da Cenevizliydi. 15 ve 16.yy
larda Osmanlılarla Bizans desteğindeki
Cenevizliler arasında sayısız deniz
savaşı yaşandı. Hatta bir ara İstanbul’da Galata bölgesini, İzmir, Sakız
ve Midilli adasını ele geçirmelerine rağmen Türk denizcilere yenilerek bu bölgelerden
ayrılmak zorunda kaldılar.
İlk milletvekili
seçimi
1876
yılında II.Abdülhamid tahta çıktığı zaman hızla hazırlanan bir anayasanın
hükümleri gereğince Meclis-i Umumiye adıyla bir Millet Meclisi oluşturulması
gerekiyordu. Meclis 130 kişiden oluşacaktı.Milletvekillerinin iyi ahlaklı ve
suç işlememiş kişiler olması gerekiyordu.Her
Vilayetin Valisi, kendisinden sonra gelen görevlilere talimat vererek
mahalli idarelerde görev yapan ve milletvekili olmaya aday olabilecek kişilerin
isimlerini yazarak kendisine vermelerini ister. Gelen zarflar 15 kişiden oluşan
bir inceleme kurulu tarafından açılarak en çok oy alanların meclise gönderilmesine
karar verildi. Eşit oy alanların arasında kura çekilerek sonuca ulaşıldı.
Seçilen meclis üyeleri 1877 yılının 19 Mart günü Dolmabahçe Sarayında padişahın başkanlığı altında
toplandı. İlk meclis fazla ömürlü olmayacak 1878 yılının şubat ayında II.Abdülhamid tarafından kapatılıp millet vekillerinin
görevlerine son verilir.
Gülhane Parkı
Gülhane Parkı
Osmanlı Döneminde Topkapı sarayının
dış bahçesiydi.
Gül
ağaçlarıyla dolu bir bahçe olduğu için Gülhane ismi verilmiştir.
3 Kasım
1839 tarihinde Mustafa Reşit Paşa
tarafından Tanzimat Fermanının okunduğu yerdir.
Bu bildiriye ‘ Gülhane hattı humeynunu’ denilmesinin sebebi de budur.
1912
yılında ise padişahın özel izniyle
halkın faydalanacağı bir park haline dönüştürüldü. Tarihine bakarsak
içerisinde sadece padişahların
girebildiği has bahçe denilen bölümün ve III Ahmet devrinin meşhur lale bahçelerinin
burada bulunduğu bilinmektedir.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal’de 1 Eylül 1928 tarihinde alfabemizin
yeni Latin harflerini ilk defa bu parkta
halka tanıttı.Atatürk’ün naşı Ankara’ya gönderilirken son tören bu parkın
Sarayburnu tarafında 19 Kasım 1938 tarihinde yapıldı. Tabut top arabasından 12 general
tarafından alınarak Yavuz zırhlısına
götürülmek üzere sahilde bulunan Zafer destroyerine konuldu.
İstanbul’da beygir
sürücüleri
Yaklaşık
100 yıl kadar önce İstanbul’un Eminönü semtinde kiralık atlar bulunurdu.
Özellikle Sultanahmet tarafına gitmek zorunda olanlar buradan at kiralayarak
istedikleri yere giderlerdi. Atların
sahipleri de işi biten atları geri almak için atla gidenin arkasından koşarak takip
ederdi. O zamanlarda at veya eşek kiralayan bu kişilere halk arasında beygir
sürücüleri denirdi.
İstanbul’un
alınmasından sonra camiye
çevrilen kiliseler
Fatih
İstanbul’u aldıktan sonra sekiz adet kilise camiye dönüştürüldü. Bu kiliseler
ve dönüştükleri cami’ler şunlar
Ayasofya Kilisesi :
Ayasofya cami
Aya Serkiyo Kilisesi :
Küçük Ayasofya cami
Hristo Pankotratos :
Zeyrek cami
H.Sotis Hora kilisesi :
Kariye cami
Altımermer kilisesi :
Altımermer cami
Pantepopto kilisesi :
İmaret cami
Aya Teodora kilisesi :
Vefa cami
Hristo kilisesi :
İsa kapısı cami
,
Mendil atma
Osmanlı
padişahları beraber olmak istedikleri cariyeyi seçmek için yapılan bir uygulamaydı. Buna göre padişah cariyelerin bulunduğu bölüme girer sıra halinde dizilmiş olan cariyelerin
önünden geçerken beğendiğinin önüne
elindeki mendili atardı. O cariyede padişahın huzurunda diz
çöker.Mendili birkaç defa öptükten sonra koynuna koyar ve o akşam padişahla
birlikte olurdu. Bu uygulamaya saray içerisinde
mendil atma denirdi.
Eski
Mürekkepler
Yüzyıllar
geçtiği halde levhaların üzerinde ve
kitaplarda hala pırıl pırıl duran mürekkeplerin iyisi bezir yağı isinden yapılandı. Onlarında iyisi en çok bekletilen ve bu sürede sürekli
olarak çalkalananı olurdu. Eski mürekkepçiler mürekkebi hazırladıktan sonra
güğümlere doldurup bunları develerinin üzerine asarlardı. Deveye binen mürekkep
hazırlama ustası aylarca bu güğümleri indirmeden seyahat ettikten sonra
bunların kıvama ulaştığını düşünerek deveden indirip satardı. Aylarca çalkanan bu mürekkepler en
çok tercih edilenlerdi.
Kuyuya atılan
genç kızlar
Maya’ların inancına göre
tanrıdan haber almak için senenin belirli zamanlarında derin bir su kuyusunun içerisine genç bir kız atılarak
öğlene kadar orada bırakılırdı. Eğer sağ olarak çıkarsa tanrının ona neler
söylediği sorulurdu. Eğer bereketli bir yıl geçeceği haberini alınırsa sevinip şenlikler düzenlerlerdi. Haber
kötü,kurak ve sıkıntılı bir sene olacağı haberi gelirse şenlik düzenlenmez herkes
elinde ne varsa bu kuyuya atardı. Kuyuya
atılan genç kız sağ olarak çıkmaz ise bir başkası bu görevle kuyuya indirilirdi.
İlk kahveler
İstanbul’da
ilk kahve 1554 Kanuni Sultan Süleyman devrinde Tahtakale’de açıldı. Kahve halk
arasında çok büyük ilgi görmesi üzerine bir anda şehrin pek çok yerinde yenileri
açılmaya başladı. Bu devirlerde kahveye
gelenler kitap okur,sohbet eder veya satranç ve tavla oynarlardı. Genellikle sedirlerin
üzerinde oturulurdu.Her kahvenin ortasında bulunan fıskiyeli havuz özellikle
sıcak yaz günlerinde kahve tiryakileri için eşi bulunmaz bir serinlik
kaynağıydı. Kahve porselen kulpsuz
fincanlarda ikram edilirdi. İçerken
sıcaktan etkilenmemek için fincan
tahta,maden veya boynuzdan imal edilmiş bir koruyucunun içerisinde getirilirdi.
Ocağın bulunduğu bölüm nakışla işlenmiş süslü tahtalardan yapılırdı. Zaman içerisinde
kahveler bu iyi özelliklerini kaybetmeye başladılar. Kumar oynanıp, içki içilen
yerler halini almaya başladı. Bunun üzerine III. Murat zamanında tüm kahveler
kapatıldı. Daha sonra kısmen açılmalarına izin verilse de sıkı denetim altında
tutuldular. Kumar oynanması ve içki içilmesi kesin olarak yasaklandı. Hatta
IV.Murat’ı tebdili kıyafet ile şehre çıkarak
bu konuda bizzat denetim yaptığı bile bilinir. 19.yy ikinci yarısında
ise adına kırathane denilen fakat içerisinde daha çok kitap ve gazete okunan
yeni bir kahve türü oluştu.Burası kültürlü kişilerin toplanıp, edebiyat ve
siyasi konularda tartışma ve konuşmaların devam ettiği genellikle aydınların
devam ettiği yerlerdi.
Karakucak
Güreşleri
Türklerin
en eski milli güreşlerindendir.10. yy
dan beri sürekli yapılmaktadır. Çimen
veya toprakta vücudun üst kısmı çıplak olarak yapılan serbest stilde ve yağ
kullanılmayan güreşlerdir.Bir
karşılaşmanın süresi altı dakika,uzatma
üç dakikadır. İlk olarak Kahramanmaraş’ta düzenli olarak yapılmaya
başlanmış daha sonraları bir çok yerde de
ilgi görmüştür. Bu güreşte de yağlı
güreşlerde olduğu gibi güreşçiler yaş,
kuvvet ve ustalıklarına göre sınıflara ayrılırlar. Pehlivanlar keçi kılından
dokunan pıtpıt denilen kısa bir pantolon
giyerler.Ayakları çıplaktır. Güreşler davul ve zurna eşliğinde bir karnaval
havası içerisinde yapılır.
Çay’ın tarihi
Çay deyince
akla ilk Çin gelir. Çinliler bu bitkinin İÖ 2000’li yıllarda imparator Shen
Nung tarafından bulunduğunu söylerler. BU konuda anlatılan hikaye şöyledir.
İmparator bir gün sarayının bahçesinde sıcak su içerken rüzgar iki yeşil yaprağı getirip fincanının içerisine bırakır. Bu yaprakların
sıcak suya değmesi sonucunda etrafa hoş bir koku yayılır.Sıcak suda ise hafif
bir burukluk veren hoş bir tat oluşur.
Bu kokuyu ve tadı çok beğenen imparator
bu bitkinin derhal bulunmasını ve her yere dikilmesini söyler.Kısa bir sürede başta
Japonya olmak üzere tüm uzak doğuda ekilmeye ve tüketilmeye başlar. Avrupa’ya ilk çay
Venedikli bir gezgin tarafından 1559 yılında getirilmiştir. Çay Amerikan istiklal
savaşında da adı geçen bir madde oldu. İngiltere’nin fazla gümrük vergisi almasına kızan halk
Boston limanına gelen çay yüklü gemilere girerek tüm çayları denize atar..
Bu Amerikalıların İngiltere’ye karşı
başlattığı ilk isyan hareketidir. Türkiye’de
çay ilk olarak 1888 yılında Japonya’dan getirilen tohumların Bursa’ya
ekilmesiyle başlamış. Fakat Bursa yöresini çay yetiştiriciliğine elverişli
olmadığından başarısızlıkla sonuçlanır.1917 yılında ise ünlü botanikçi Ali Rıza
Erten yaptığı araştırmayla Karadeniz
bölgesinin çay yetiştirilmesi için çok
elverişli olduğunu saptar. Buna rağmen gerekli kanunların çıkması ve ekimin
başlaması 1924 yılına kadar uzar. Bu tarihte başarılı sonuçlar alınmasından
sonra Karadeniz’de yoğun olarak çay bitkisi yetiştirilmeye başlanır.
Hezarfan Ahmet Çelebi
17.yy da
İstanbul’da yaşamıştır. Takma kanatlarla uçmayı başarmıştır. Çok zeki olan ve akıl almaz deneyler yapan Ahmet Çelebiye halk tarafından her şeyi bilen anlamına gelen
Hezarfan lakabı verilmişti. Galata Kulesinden
Boğaz’ı geçerek yaklaşık 3.5 kilometre
uzaklıkta olan Üsküdar’a kadar takma kanatlarıyla uçan tek kişidir. Hezarfan
Ahmet çelebi kendisinden asırlar önce yaşayan ünlü Türk bilim adamı İsmail Cevheri’yi örnek aldığı söylenir. İsmail
Cevheri uzun araştırmaları sonucunda
insanın kanat takarak uçabileceğini savunmuş fakat kendisi bunu ilk denemesi
ölümüyle sonuçlanmıştı.
Sarayburnu’nda bulunan Sinan Paşa köşkünden
Hezarfan’ın uçuşunu seyreden IV
Murat Ahmet Çelebiyle çok ilgilenmişti. Ona bir kese altın
verdikten sonra bu kadar zeki ve becerikli bir kişinin kendisi için çok
tehlikeli olabileceğini düşünerek Cezayir’e sürgüne gönderir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder