Karakuş hükümleri
Türkçe’de mantıksız ve de manasız hükümlere ‘karakuş hükümleri ‘ denir. Bu kelimeye esin
kaynağı olan Karakuş, bir Arap veziridir. Kendisi mert fakat çok saf birisiydi.
Dalgınlığı ve komik derecedeki hataları
meşhurdu. Bunların bazıları
Şahinleri kaçmasın diye şehrin kapılarını
kapattırmıştı.
Karısına şiddet uygulayarak dokuz aylık çocuğunun
düşmesine neden olan bir adamdan
şikayetçi olan kocaya ‘Sen karını
bu adama ver ondan hamile kalıp dokuz aylık olunca sana tekrar geri gelsin ‘
diyerek herkesi şaşırtmış.
Gömleği asılı olduğu
ipten yere düşünce ‘ Eğer bende içerisinde olsaydım halim kim
bilir ne olurdu ‘demesi herkese ilginç gelmiş.
Karakuş’un atı
yarışta sonuncu olur. Buna kızan vezir seyisine bir hafta ata yem verme
der. O zaman ölür deyince ‘ Yem verirken
bari benim iznimle verdiğini söyle ki bir dahaki koşuda geri kalmasın ‘ diyerek
atını motive etmek ister.
Zeytinden
alınan verginin indirilmesini isteyen bir gurup çiftçiye ‘ Seneye zeytinle
birlikte yoğurt ve peynirde ekeceğinize söz verirseniz o zaman verginizi
indiririm ‘ diyerek anlaşılması güç bir istek yapmış.
Katil
olduğunu söylenen bir kişiyi getirirler.
Karakuş derhal asılmasını söyler.
Oradaki halk şehirdeki tek
nalbant bu adam.Giderse zor durumda kalırız der. Karakuş biraz düşünür peki
kalenin yanında bulunan kafesçiyle bir
işiniz var mı? diye sorar. Ses çıkmayınca ‘ bunun yerine onu asabilirsiniz ‘
demesi yıllarca halkın arasında espiri konusu olur..
Alacaklı
bir adam borcunu alamadığından şikayet eder. Karakuş borcu olana ‘ neden
ödemiyorsun ?’ diye sorar. Oda para biriktirdiğim zaman alacaklımı bulamıyorum
tam harcadığımda karşıma çıkıyor deyince ‘ o zaman alacaklıyı hapse atın yeri belli olsun, borçluda parası birikince
gelip versin ‘ der.
Hakkında bunlar gibi pek çok hikaye bulunan Karakuş’nun olaylara yaklaşımı ve değerlendirmesi bu
şekilde. Vezir olduğu düşünülürse bu durumları Traji komik olarak
değerlendirmek doğru olur sanırım.
İzmir’de
ilk tiyatro
İzmir’de
ilk tiyatro 1841 yılında açılan Eutepe
tiyatrosudur. Ne yazıkki açılışından kısa bir süre sonra yandı. Bu tiyatronun
olduğu yere ( İngiltere konsolosluğunun yakınlarında ) İtalyan asıllı bir aile
kendi isimlerini verdikleri Cammarona adında bir tiyatro açarlar. Tiyatro 30
Kasım 1861 tarihinde gösterişli bir törenle
açılır. Kağir malzemeyle yapılmış olan bina üç katlı ve on yedi localıydı. Devrin büyük tiyatrolarından birisi olarak
kabul ediliyordu. İçerisi yurt dışından
getirtilmiş kristal aynalarla süslüydü. Aydınlanması ve
ısıtılması havagazıyla sağlanırdı.. Burada
yurt dışından gelen tiyatro topluluklarının verdiği temsiller çok ilgi
görmüştü. Zaman zaman opera
gösterileriyle büyük konserlere de ev sahipliği yaptığıda olurdu. Açılışından
tam 23 yıl sonra1884 yılında cumartesiyi
pazara bağlayan bir Kasım akşamı tamamen yandı. Tiyatronun kapanışı o
yıllarda İzmir’in sanat dünyası için
büyük kayıp oldu. Bu tarihten sonra
merkezi İstanbul’da olan Vaspuragon
tiyatrosu temsiller vermek için zaman zaman İzmir’de bulundu.2.
Meşrutiyet döneminden sonra bazı
topluluklar Vatan yahut Silistre
gibi Türkçe oyunları oynamaya başlarlar.
Daha sonra açılan birkaç tiyatro da büyük İzmir yangını sırasında tamamen
yandı.
Osmanlı İmparatorluğu kaç
savaş yaptı
Kuruluşundan,
yıkılmasına kadar geçen süre içerisinde Osmanlı Devleti toplam 192 adet savaş
yapmak zorunda kalmıştı. Bu savaşların 155 ‘de galip taraf olmuş, 11 savaş’ta kesin sonuç alınamamış. 26 savaşta
ise yenilmiştir.
İlk fotoğraflar
Bilinen ilk
fotoğraf 1826 yılında Joseph Nicephore
Reipce tarafından bir çalışma odasında çekildi. Dünyanın ilk su altı fotoğrafı 1858 yılında görüntülendi. Havadan
çekilen ilk fotoğraf ise
bir Fransız’a ait.Yaklaşık 80 metre yüksekliğindeki bir balonun içerisinden çektiği Paris’in bir mahallesinin fotoğrafı havadan görüntü alınan ilk fotoğraf olarak tarihe geçti. Renkli
fotoğraf 1861 de James Maxwell tarafından bulundu. 1915 yılında National
Geographic dergisi ilk arkeoloji fotoğrafı yayınlandı.1956 yılında ise aydan
alınan ilk fotoğraf dünyaya ulaştı.
En eski oyuncak
Mısır’da
yapılan arkeolojik kazılarda
oyuncak bir tahta at bulundu.
İÖ.5yy dan kaldığı sanılan bu buluntunun dünyanın en eski oyuncağı olduğu
düşünülüyor.Daha sonraki kazılarda da
misket ve topaç benzeri oyuncaklar sık sık arkeologların karşısına
çıktı. Firavunların mezarlarında oyuncak
bebekler bulunması Mısır’lıların oyuncaklara çok önem verdikleri anlaşılıyor.
Eski Yunan, Roma ve Çin’de de kilden yapılıp fırınlanmış oyuncaklar bu bölgelerdeki kazılar sayesinde
gün ışığına çıkartıldı . İlk tahta bebekler 1700 lerde Almanya’da görülmüş. Osmanlı döneminde içi saman
doldurularak yapılmış bez bebekler,balon, topaç,çember gibi oyuncakların
çocuklara arasında rağbet gördüğü bilinmekte.
Roma
rakamları
Romalılar sayıları yazmakta bir takım harfler
kullanırlardı.
I=1, V=5, X=10, L=50, C=100, D=500, M=1000
Bugün de zaman zaman kullanılan bu harfler
yan yana getirilerek daha büyük sayılar oluşturulabilir. Mesala "25"
"XXV" şeklinde yazılır.
Bu sayılar yazılırken bazı uyulması gereken kurallarda vardır.
-- Bir harf
en fazla üç defa yan yana yazılabilir.
-- Bir harfin sağına
kendisinden daha küçük değerli bir harf gelirse
toplanarak okunur. XIII=13
gibi.
--Sol tarafa yazıldığında ise çıkarılır. IXC= 9
IV = 4
Sadece bir harf yazılabilir.
-- Hem sağa
hem de sola daha küçük değerli harfler yazılarak farklı rakamlar yazılabilir. CMLI=951 gibi.
-- Roma rakamı ile yazılabilecek en büyük ve en uzun sayı "3888" dir.(MMMDCCCLXXXVIII)
Dört işlem yapma zorluğu sebebi ile günümüzde fazla kullanılmamaktadır. Bazı usuller geliştirilse de çok büyük sayılara sıra gelince yetersiz kalmaktadır. Ancak yine de bazı kitap sayfalarını numaralandırma madde işaretleri saatler gibi kullanım alanları vardır.
Guraba Hastanesi
Yardım
sever bir insan olan Sultan Abdülmecid’in
annesi Bezmi Alem
Valide
Sultan’ın topluma kazandırdığı pek çok
eserden birisidir. Guraba hastanesi
1843 yılında kar beklemeyen vakıf
düşüncesiyle hizmet vermeye
başladı.Hastanenin kuruluş amacı fakir
ve kimsesiz kişilere sağlık hizmeti vermekti.
İstanbul’un en büyük hastanelerinden birisi olarak kabul ediliyordu.
Kuruluş amacına uygun olarak 1873 yılında
tedavi olanların sayısı 5000’ne
1891 ise 7117 ye ulaştı. Günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlı bir
hastane olarak işlevini başarıyla sürdürüyor.
İlk vezir’den son sadrazama
Osmanlı
İmparatorluğu’nun ilk veziri Orhan Gazi’nin yardımcılığını yapan Alaeddin
Paşa’dır. Devletin kurulduğu ilk zamanlarda tek vezir yeterliydi. Fakat daha sonra
vezir sayısı arttırıldı. Şimdiki başbakan durumundaki baş vezire vezir-i
azam zaman içerisinde Sadrazam denildi.
Osmanlı İmparatorluğunda Sultan Vahdettin’in sadrazamı olan Ahmet Tevfik
Paşa Osmanlı devletinin son
sadrazamıdır. Saltanatın TBMM ‘ce kaldırılması üzerine Ahmet Tevfik Paşa 4 kasım 1922’de görevinden istifa etmek
zorunda kaldı.. Son sadrazam 8 Ekim 1936
tarihinde İstanbul’da vefat etti.
Üsküdar’da
sadaka taşı
19.yy
da Üsküdar’da bir sadaka taşı bulunurdu.
Bu yaklaşık 1.5 metre
boyunda olan bir mermerdi. Şekil olarak
içi oyuk bir silindire benziyordu.
İsteyen
kişiler bu sütunun orta yerinde bulunan boşluğun içerisine para bırakırlardı.
Gereksinimi olanlar ise hava karardıktan sonra ihtiyaçları kadar
parayı buradan alıp, kalanına dokunmazlardı. Yakınında bulunan caminin bahçe
duvarları yapılırken sadaka taşı da bulunduğu yerden kaldırılıp yok edilmiş.Aynı devirde Üsküdar’da cüzamlı hastaların tedavi
edildiği ve halk arasında miskinler tekkesi denilen bir bakım evi vardı. Yoldan
gecen halk eğer yardım etmek isterse bu binanın
dış bahçe duvarının üzerine para bırakırdı.Gece olunca da bu bir
görevli tarafından toplanıp, cüzamlı
hastalara eşit olarak dağıtılırdı.
Osmanlı’da
recim cezası
Osmanlı
tarihi boyunca sadece bir kere
uygulandı.Sultan IV.Mehmet ( Avcı Mehmet) zamanında başkasıyla yakalanan evli kadına recim yani
taşa tutularak öldürülme cezası verildi. Aksaray semtinde esnaflık yaparak geçimini sağlayan Abdullah Efendi genç ve güzel bir hanımla evliydi.. Kadın
kocası işe gittikten sonra aynı mahallede çalışmakta olan genç bir müsevi’yi gizlice eve alıyordu. Bu durumu öğrenen Abdullah Efendi zamansız eve dönünce her ikisini uygunsuz bir
vaziyette yakalar.Rumeli Kazaskeri Ahmed
Efendi müsevinin idam edilmesini kadına
da recim cezası uygulanmasını ister. Kararı onaylayan padişah’ta infazı merak
etmekte ve izlemek için yakınlarda bulunan bir konakta beklemekteydi.. İnfazlar
Sultanahmet meydanında uygulanır. Müsevi olan erkek cellat kara Ali’nin
palasıyla başı koparılarak öldürülür. Daha sonra beyaz bir elbise giymiş olan
kadın at arabasıyla buraya getirilir. Daha önceden kazılmış olan çukurun
içerisine gögsünden yukarısı ve başı
dışarıda kalacak şekilde gömüldükten
sonra taş atılarak herkesin
içerisinde öldürülür.
Ateş-i
Rumi
Rum ateşi
anlamına gelen günümüzde bile formülü çözülememiş kimyasal bir birleşimdir.
Bizans’lılar tarafından kullanılmıştı.Üzerine su döküldüğünde ateşin daha çok
parlamasına neden olan ve adeta söndürülmesi
imkansız yangınlar çıkmasına
neden olurdu.Bizans kendisine ait olan
ve yapılışı başkaları tarafından
bilinmeyen bu silahına çok güvenirdi. Şehrin değişik zamanlardaki
kuşatmalarından bu esrarengiz silahı sayesinde kurtulduğu söylenir.
Açlık grevi yapan
Osmanlı veziri
Osmanlı
devrinde açlık grevi yaparak ölen
tek vezir Hüsrev Paşa’dır. Hırslı ve
ihtiraslı bir kişiliği vardı.Kanuni dönemi vezirlerinden olan Süleyman Paşa ile
arasında Sadrazam olma konusunda uzun zamandan beri süregelen bir
rekabet vardı.Bir gün divan meclisi toplantısında Süleyman Paşa ile
Hüsrev Paşa arasındaki dil dalaşı ile başlayan tartışma bıçakların çekilip bir
birlerinin üzerine yürümelerine kadar devam etti. Padişah Kanuni Sultan
Süleyman bu hareketi kendisine karşı yapılmış bir hakaret sayarak her iki
veziri de görevden aldı.Sadrazamlık hayalleri kurarken bir anda boşta kalan
Hüsrev Paşa bu olayı gururuna yediremedi. Vezirlikten azlinden sonra
etrafındaki dalkavuklarda birer birer kaybolunca iyicene içine kapandı.Özel odasına çekilip
açlık grevine başladı.Israrlara rağmen
ve o devirde bilinen suni
gıdaları almayı kabul etmeyerek bir müddet sonra vefat etti.
Altın taht
Topkapı
sarayının hazine dairesinde bulunan som altından yapılmış olan taht Mısır Valisi İbrahim Paşa tarafından
yaptırılmıştı. Oymacılık, kakmacılık ve süsleme bakımından bir şaheserdir.
İbrahim Paşa bu tahtı üçüncü Murat’a hediye ettikten sonra Osmanlı sarayından
Ayşe Sultan’la evlenmesine izin verilir. Üçüncü Murat’tan sonra tüm padişahlar
Topkapı Sarayı’nın orta kapısının önüne çıkartılan bu tahtın üzerinde oturarak
bayram tebriklerini kabul ettiklerinden ‘Bayram taht’ı’ ismiyle de
bilinir. Topkapı sarayının hazine
defterinin 49. Numarasında kayıtlı olan bu esere değer biçilememekte .
Sultanahmet Meydanındaki dikili
taş
İstanbul’daki dikilitaş ilk olarak MÖ 1547
yıllarında Firavun III. Tutmosis adına
Mısır’da dikilmiş. Dikilitaş’ın İstanbul’a ne zaman gönderildiği tam
olarak bilinmiyor. Bilinen, taşın kente geldikten sonra uzun süre yerde yatar
durumda kalması. İmparator Thedosius başa geçince kendi zaferlerini anlatması
için Mısır krallarının yaptığı gibi bir dikilitaş dikmek ister. 390 yılında
Kadırga limanından hipodroma kadar özel
bir yol hazırlatılarak bu taşı bugünkü
yerine üç günde taşıtıp,
32 günde Hipodrom’a dikilmesini
sağlar. Kaidedeki kabartmalar üzerinde I. Theodosius, oğulları, karısı,
Arkedios, Honorios ile İmparator II. Valantinianos görülür. Ayrıca Hipodrom
sahneleri ve anıtın dikilişini gösteren tasvirler de vardır.Pembe granitten
yekpare yapılmış 19,6 , kaidesiyle birlikte 24,87 metre
yüksekliğinde olan taşın dört yüzündeki metinlerde yazılanlar şöyledir.
‘Mısır’ın sahibi III. Tutmosis, bütün
denizleri ve nehirleri hükmü altına alarak hükümdarlığının otuzuncu yılı
bayramında bu sütunu daha nice bayramları
görmek için yaptırdı.Kudretli hükümdar
ülkesinin sınırlarını Mezopotamya’ya kadar götürmeye azmetti. Güneş tarafından
seçilmiş olan firavun, bu eserini babası
Ra’ ya hediye eder. Ordusunun önüne geçip,. Akdeniz’de dolaştı,karşısına çıkan
tüm orduları mağlup etti.’
Ayastafanos anıtının
yıkılışı
93
harbinden sonra Yeşilköy’e kadar yaklaşan Rus ordusu çekilirken buraya bir
zafer anıtı yaptırdı. Birinci Dünya Savaşının başladığı yıllarda o zaman
iktidarda bulunan İttihad ve Terakki Fırkası bu anıtı yıktırma kararı aldı.14
Kasım 1914 Pazar günü saat 8.30 da altına konan patlayıcıların patlatılmasıyla
yerle bir edilir.Avusturyalı bir şirket bu anı görüntülemek için izim
ister.Fakat filmi ancak bir Türk’ün çekebileceği söylenerek izin verilmez.
Bunun üzerine şirket Mordo Fuat Bey adlı bir Türk’ü bu iş için görevlendirilir.
Bu Türk sinema tarihinin ilk filmidir.
İmparatoriçe
Theodora
Sirklerde
yabani hayvan bakımcılığı yapan bir ailenin üç çocuğundan
birisiydi.Parasızlıktan önce
sirklerde daha sonra erotik tiyatro oyunlarında yer aldı. Bir gösteri
sırasında tesadüfen imparator Jüstinianos ile karşılaşır.İmparator
Theodora’nın güzelliğinden çok etkilenmişti fakat mevcut yasalara göre böyle
bir bayanla evlenmesi yasaktı. Kısa bir sürede bu kanunu değiştirip
onunla evlendi.Theodora İmparatoriçe olduktan sonra kötü yola düşen ve hayatta yalnız kadınlara sürekli olarak
yardım etti.Onlara bakım evleri
açıp yasalarla onları korumaya çalıştı.
Bu kanunlar kadın hakları konusunda dünyada alınmış ilk kararlar olarak
bilinir. İnanılmaz pratik zekası ve güçlü sezgileriyle her zaman imparatora
yardımcı olur. Büyük isyanlarda o hep kocasının yanındaydı. Ülkeden ayrılmayı
düşünen imparatora ‘ Kralın mezarı tahtıdır’ sözleri ile cesaretlendirip isyanı kısa sürede bastırmasını sağladı.
Justinianos’un veba hastalığı nedeniyle yedi ay boyunca yatağından kalkamadığı
bir zaman diliminde ülkeyi tek
başına başarılı bir şekilde yönetti..
İmparatorlukta çeşitli zamanlarda çıkan üç milyon kadar yasanın
kullanılmayanları yürürlükten kaldırarak bunların sayısını yüz elli bine
indirmeyi başarır.Sirklerde başlayan yaşantısı İmparatoriçe olarak devam eden
kraliçe 548 yılında 45 yaşında iken yaşama veda etti.
Ayak Divanı
Osmanlı
Devletinde padişah’ın katıldığı divan toplantılarında padişah hariç herkes
ayakta durduğundan bu toplantıya ‘Ayak Divan’ı ‘ denirdi.
Divan
toplantılarına padişah ancak savaş ilanı ,büyük yolsuzlukların araştırılması
veya isyan olayları gibi çok önemli
olayların görüşülmesi sırasında
katılırdı.Divan toplantılarında padişah’ın oturduğu taht sarayın babüsseade
denilen kapısının önünde ve mermerlere dayalı olarak kurulurdu.Bu divan
genellikle padişah’ın isteği üzerine kurulur ve kısa sürede sonuçlandırılmaya
çalışılırdı.1658 yılında IV.Mehmet zamanında Anadoluda’ki düzensizlikleri
görüşmek üzere toplanan divan Osmanlı Devleti’nin son ayak divanı oldu.
Ağaca asılan zekat parası
Fatih
Sultan Mehmet devrinde bir Müslüman
günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamaz.
Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu'ndaki
bir ağaca asıp, üzerine de:
"Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al" diye yazar.Bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığı söylenir.
"Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al" diye yazar.Bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığı söylenir.
Müzikle
tedavi
Osmanlı
Devleti'nde, akıl hastaları özel ihtimamla
tedavi edilirdi. Ceviz karyolalarda, ipekli çamaşır ve çarşaflarda
yatırılır müzik ile tedavi edilirdi.
Aynı
dönemde Avrupa'da ise, akıl hastaları ciddi bir tedavi görmekten
uzaktı.Bazılarının ruhuna şeytan girdiği söylentisi bile halk arasında
yaygındı.İstanbul'daki akıl hastanelerini gezen
Mongeri Pere'nin: "Burası Avrupa'nın asırlar sonra bile
göremeyeceği bir hayal müessesidir’
diyerek hayranlığını belli etti.Osmanlı'nın uyguladığı müzikle tedavi metodunun faydaları ABD'de bile 1956 yılından sonra anlaşıldı.
İlk
toplu sözleşme
Dünyanın
ilk toplu sözleşmesi Osmanlı Devleti
tarafından gerçekleştirildi. Kütahya Vahid Paşa kütüphanesinde bulunan şeriye
Mahkemesi sicilinin 57'ci sayfasındaki
belgeye göre, yeryüzündeki bu ilk sözleşme Kadı Ahmet Efendinin tasdiki
ile 24 işyeri ile işçileri arasında imzalandı.Bu sözleşmeye göre,Kalfaların,
yardımcıların, ustaların ve vasıfsız işçilerin günlük ücretleri belirleniyordu.
Ayrıca her gün belli sayının üzerinde fincan imal edenlere ek ücret verileceği karara bağlanmıştı.
Derse
verilen önem
19.yy
ikinci yarısında yaşamış olan Hüsrev
Efendi'nin, ders anlatırken durgunluğunun
nedenini soran öğrencilerine ’Bu sabah
kızım vefat etti. Onun cenazesi, defin işi vardı.Dersinizi ihmal ederim diye
Allah'tan korktum. Bu durumda olmama rağmen yinede geldim. Onun için üzerimde durgunluk var,
hemen gidip onun defni ile meşgul olacağım. Kusura bakmayın o yüzden biraz
cansız konuştum" diyerek derslerine
verdiği önemi anlatmıştı.
Surre
alayları
Yıldırım
Bayezid döneminden itibaren her yıl Mekke ve Medine'ye Surre Alayları
düzenlenirdi. Halka dağıtılması için özel olarak hazırlanan birçok hediye ile bu şehirlerde yaşayan fakir halka verilmek
üzere binlerce altın gönderilirdi.Ayrıca
bu Surre Alaylarında padişahın ihtimamla
yaptırıp gönderdiği Kabe örtüsü bulunurdu. Bu örtü törenle yerine takılır, eskisinin geri getirilip
halka paylaştılırdı. Osmanlı'nın, bin bir güçlük ve darlık içinde bulunduğu
dönemlerde dahi bu gelenek devam etmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder