7 Ağustos 2014 Perşembe

DEFTERİMDEN İLGİNÇ TARİH NOTLARI - 8



                        


                        Halkın   taktığı  lakaplarla  Osmanlı  Vezirleri
 Osmanlı devletinde görev yapan vezir ve sadrazamlar paşa diye anılırdı. Halk arasında isimlerinin yanında birde lakap yakıştırırdı. Bazı vezir ve sadrazamlara   uygun görülen lakaplar  :
 Kabakulak İbrahim Paşa :  I. Mahmut devrinde kulakları büyük olduğu için bu lakap yakıştırılmıştı.
Kavanoz Ahmet Paşa: III. Ahmet devri sadrazamıdır. Kısa boylu ve şişmandı.
Kuyucu Murat Paşa : I. Ahmet sadrazamıdır. Devletin iç düzenini bozan Celalileri öldürüp kuyulara atmıştı.
Düztaban Mehmet Paşa : Ayakları büyük ve tabanı genişti. IV Murat devrinde  görevde bulundu.
Sürmeli Ali Paşa : Süse meraklı olup sürme çektirdiği için bu lakapla anılırdı. II. Ahmet ve II. Mustafa zamanında sadrazamdı.
Hain Ahmet Paşa : Görev için Mısır’a tayin edilince orada başka devlet kurma çalışmaları yaptı. Kanuni devrinde yaşadı.
Hekimoğlu Ali Paşa : Saray hekim başısının oğlu olduğu için bu isimle anılır. III.Osman devri veziri azamıydı.
Cenaze Hasan Paşa : Sadrazamlık yaptığı beş ay boyunca hep hasta olduğu için bu lakap yakıştırıldı. III. Selim devrinde görev yaptı.
Cerrah Mehmet Paşa : III. Mehmet devrinde yaşadı. Aynı zamanda cerrahlıktanda anladığından bu isim verildi.
Daltaban Mustafa Paşa : II. Mustafa’nın  sadrazamıdır. Tahsil görmediğinden bu isimle anılır.
Öküz Mehmet Paşa : Öküz nalbantçısının oğlu olduğundan bu yakıştırıldı.
Semiz Ali Paşa : Uzun boylu, iri ve tombul bir yapıda olan Kanuni devri sadrazamıdır.
 Boynueğri Mehmet  Paşa  : Boynunda bir yara olduğu için bu lakapla anılır IV Mehmet devri sadrazamıdır.
Tiryaki Mehmet Paşa : Afyon tiryakisiydi. I.Mahmut zamanında görev yapmıştı.
Topal Recep Paşa : Gut hastalığı nedeniyle zor yürürdü. IV Murat devrinde sadrazamlık yaparken asılarak öldürülmüştü.
Saraya girmeden hadım edilenler : Hadım Ali Paşa, Hadım Sinan Paşa
İri Vücutlu olanlar : Koca Mustafa Paşa, Koca Yusuf Paşa
Sarayla akraba olanlar :Damat Ferit Paşa,  Nevşehirli Damat İbrahim Paşa
.
                                             Bir  mezar  taşı
Prof.Süheyl Ünver mezar taşlarının üzerinde  çok hüzünlü yazılara rastladığından  bahseder. Bu konuda geniş bir araştırmada  Sırrı Akıncı tarafından yapılmış. Yazar İstanbul  mezarlıklardaki ilginç mezar taşlarının üzerinde gördüğü yazıları not etmiş.  Merkezefendi mezarlığındaki bir mezar taşının  üzerinde   ‘ Karı dırdırından vefat eden Seyid Halil Ağa’nın ruhuna fatiha sene 1260 ( Miladi 1844 )’ diye yazdığını görünce bu çok ilgisini çeker.Yazar bu kişiyi tanımadığını fakat  eşinin dırdırı nedeniyle dünyada rahat edemeyen Halil Ağa’nın istediği huzuru uhrevi alemde bulmasını dilediğini söyleyerek   yazısını bitirmiş.
 
                                Göktürk ( Orhun ) yazıtları
Türk adının geçtiği ilk metinler olup tarihimizin  en eski belgeleridir.  Moğolistan sınırları içerisinde kalan  Orhun nehrinin yakınlarında bulunurlar. Bir kilometrelik bir alana yayılmış olan Göktürk yazıtları toplam üç adet dikilitaştan oluşur. Tonyukuk anıtı 716, Kül Tigin  732, Bilge Kağan anıtı ise 735 yılında yazıldığı bilinmektedir. Bu dikili taşların bir tarafı Çince diğer tarafı da Türkçe yazıtlardan oluşmuştur. Bunlarda Göktürklerin siyasal, sosyal, askeri, ekonomik, kültürel yapıları, din ve dünya görüşleri hakkında bilgiler vardır.Anıtların bulunduğu bölgede pek çok  heykel, , su kanalları, koç ve kaplumbağa heykelleri, sunak taşları bulunmuştur.Yazıtlar, 1889 yılında bulunmuş 1893 yılında ise Danimarkalı dilbilimci Thomsen tarafından, Rus Türkolog  Radlof’un yardımıyla çözülüp  bilim dünyasına açıklanmıştır. Yazıtlardaki  ilginç yazılardan birisinde  Bilge Kağan, milli şuuru kaybederek Çince konuşan hatta Çin isimleri almaya başlayan beylerin kötü bir sonla biten yaşam öykülerini anlatır.
 
                                          Evlilik  yüzüğü
Evli olanları bekarlardan ayırmak için kullanılan yüzük, tarihte ilk defa Romalılar zamanında kullanıldı. O tarihlerde  yüzükler demirden yapılır ve içine değişik sözler  yazılması  uğur kabul edilirdi. Yazılar genellikle “seni seviyorum”, “her zaman beraberiz”, “ölüme kadar mutluyuz”,  gibi uzun sözcüklerdi. O günlerden başlayan bu alışkanlık günümüzde  sadece  isimlerin   yazılmasıyla devam ediyor. İlk başlardan beri  değişmeyen kural ise   yüzüğün sol elin yüzük parmağına takılmasıdır. Kalbe giden damar buradan başlayarak kalbe kadar gittiği düşüncesi ve diğer parmaklara göre daha az kullanılması bu parmağı tercih etmenin başlıca nedenidir. İlk çağlarda yüzük, erkeğin evleneceği kişiyi satın aldığı anlamını taşır ve sadece bayanlar tarafından kullanılırdı. II. Dünya Savaşı sırasında askere giden erkeklerin, geride bıraktıkları eşlerini hatırlamak amacıyla yüzük  takmalarıyla birlikte, erkekler tarafından da kullanılmaya başlandı. 9. yy.’da Papa nişanlıların yüzük takmasını şart koşmuştu. Yüzüğün sembolik anlamı  o zamanlardan beri  hiç değişmedi.

                           Tramvaylarda  değişik  kurallar
- Elektrikli tramvayların ilk  işletmeye başlatıldığı yıllarda her tramvaya yalnız bir asker binebilirdi.Tramvaylarda yolculuk  yapmak isteyen diğer askerler ya tramvayın arkasına asılır veya basamakta beklerlerdi.
- Haliç köprüsünden geçen tramvayların bilet ücretlerine a 1 kuruş ‘Köprüler resmi ‘yani köprü geçiş ücreti ilave edilirdi.
- Okuma yazma bilmeyenlere kolaylık sağlamak için tramvayların tabelalarında şekillerde bulunurdu. Mesela Yedikule’ye giden tramvayların tabelalarında yedi tane kule resmi bulunurdu.
- Şehir içi ulaşımda tabelalarda numara  uygulaması ilk olarak tramvaylarda başlamıştı. İstanbul’da  otuz beş tane tramvay hattı vardı. Her hattın kendisine özgü bir numarası bulunurdu.
- 1912 yılında Balkan Savaşı sırasında ordunun at ihtiyacı için atlı tramvayların at’ları ordunun ihtiyacına verildiğinden şehir içindeki atlı tramvaylar uzun bir süre çalışmadı.
- 1869 yılında işletilmeye başlanan tramvaylar 3 ekim 1966 tarihinde son görevinin ardından işletimden kaldırıldı.

                                       Hasırcılar   Ocağı
Topkapı sarayında  bulunan ocak tabir edilen bölümlerden biriside hasırcılar ocağıydı. Saray dilinde Ocak bir insan topluluğu demektir. Sarayın odalarının taban örtüleri genellikte kamıştan yapılan hasır üzerine halı ve kilim serilmesi şeklinde idi. Selüloz oranı yüksek olduğu  için kaliteli olarak kabul edilen  Manyas Gölü’nün kıyısındaki sazlıklardan kesilen  kamışlar   tercih edilirdi. Bunlar kesilip kurutulduktan sonra  Bandırma veya Mudanya yoluyla İstanbul’a getirilirdi. O kamışlar hasırcılar ocağı personeli tarafından döşenecek yere  göre dokunurdu. Sarayın tüm hasırları senede bir kere değiştirilirdi.  Hasır işlerinden hasırcıbaşı sorumluydu. Eskiyen veya değiştirilecek yerleri belirler,yapılacak işlemleri sıraya koyardı.İşleri yetiştirmek için  durmadan çalışan saray bölümlerinden birisiydi.

                                                  Hazine  Dairesi
Topkapı Sarayı'ndaki hazine Serhazin-i Enderun denilen hazinedar başı ve onun yönetimindeki  sayıları yüz elliye varan iç oğlanı tarafından korunurdu. (İç oğlanlar özel okullarda yetiştirilmiş sürekli sarayda kalan ve sarayın iç işlerinde görevli olan kimselerdi.)Hazineyi korumakla görevli olan hazinedar başı  görevinden ayrıldığında iki defterde kayıtlı bulunan hazinenin tümünü ayrıntılarıyla yerine gelene devretmek zorundaydı. Padişahın vefatında hayattayken satın aldığı  devlete ait olmayan mücevheratın defteri yapılır İki zabıt tutulur , bunlardan birisi  altın gümüş ve mücevherat ile birlikte demir bir sandığın içine konularak mühürlenir ve hazine odasına yerleştirilirdi.Bu hazine, çeşitli ganimetlerden, İstanbul’a gelen elçilerin  getirdikleri hediyelerden, padişahların tahta geçiş törenlerindeki armağanlardan ve satın alınan kıymetli eşyalardan oluşuyordu. Özellikle; Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferinden sonra, hazine, o kadar çok zenginleşmiştir ki; Padişah   Benim altınla doldurduğum hazineyi  kim  daha çok arttırırsa,kapısı  onun mührü ile mühürlensin” der.Bu gerçekleşemediğinden  o günden, son zamanlara kadar, Hazine-i Hümayun dairesinin dış kapısı  Yavuz Sultan Selim’in akik  mühürü ile  mühürlendi.
                                 Muhteşem sünnet düğünü
Kanuni Sultan Süleyman’ın üç şehzadesi  olan Mustafa, Mehmet ve Selim için düzenlenen  sünnet düğünü kelimenin tek anlamıyla muhteşemdi.1530 yılının 27 haziranında başlayıp üç hafta sürmüştü.Üç vezirin hediyelerini  500 , Rumeli ve Anadolu beylerbeyinin armağanlarını ise 200 yeniçeri taşıyordu.Onların ardından çeşitli elçilerin sünnet için yolladıklarını   100 kişi  getiriliyordu.Üzeri altınlarla kaplı 15 at ‘ta gelen hediyeler arasındaydı. Yapma kalelerle yapılan savaş canlandırmaları, cirit ve güreş yarışmaları, cambazların ilginç gösterilerini dönen bir tekerlek yardımıyla atılan havayi fişeklerle sağlanan  ışık gösterileri muhteşemdi.Üç hafta süren sünnet eğlenceleri Kağıthane semtinde yapılan at yarışları, ve sütun üzerindeki kabağa ok atışlarıyla  tamamlanmıştı.

                       Tarihte en uzun saltanat süren hükümdar
Eski Mısır’da hüküm sürmüş olan Firavun II.Pepi tarihte en uzun süre saltanat sürmüş olan hükümdar olarak bilinir.Gençleşmek için özel gençleşme festivalleri düzenleyen firavun bazı kaynaklara göre 92 yıl az bir kısmına göre de  88 yıl tahtta kalmıştır. Fransa Kralı XIV. Louis ise 1643-1715 yılları arasında  Fransa’yı mutlak bir monarşiyle idare eden kral 72 yıl hükümdarlık yapmıştır.
                                       Kadir gecesi alayı
Kadir gecesinde  sarayda  yapılan törenlerden  birisiydi. Hz. Muhammet’e ait  keçi  tüyünden yapılmış olan geniş kollu hırka’ nın saklandığı     Hırka-i saadet  dairesinden Ayasofya’ya  kadar uzanan yolun tamamı meşalelerle aydınlatılırdı.Alayın önünde yirmi kadar meşale ve onun arkasında kırmızı yeşil kıyafetleriyle yüksek devlet görevlileri yürürdü.Bu şekilde Ayasofya camisi’ne gidilerek padişahla beraber  namaz kılınırdı.Son padişahlar zamanında Kadir gecesi alayı saltanat kayıklarıyla Tophane’deki  Nusretiye camisinde yapıldı.

                                              Kılıç   alayı
Yıldırım Bayezid zamanından kalma bir adetti.İlk defa Niğbolu zaferinden sonra uygulandı.Kılıç alayı yabancı ülkelerdeki padişahların taç giyme törenlerine benzese de onlardaki ihtişam yoktu.Sade bir tören olmasına rağmen halkta büyük bir çoşku yaratırdı.Edirnekapı’da büyük bir çadır kurulur,ziyaretçiler bunun içerisine kabul edilirlerdi.Padişah arabasıyla geçerken çadırda bu tören için gelmiş olan kalabalığı selamlayarak tören yerine giderdi.Padişahın arabasının arkasında sadrazam, diğer vezirler ve devlet ekranının arabaları takip ederdi. Eyüp’e varılınca arabadan inilir ve yürüyerek Eyüp Sultan türbesine gelinirdi. Burada padişah’a Yavuz Sultan Selim’in kılıcı kuşatılır.Hep beraber dua edilmesinden sonra tören son  bulurdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder