Leonardo
da Vinci’nin mektubu
Haliç
üzerinde köprü olmadığı zamanlarda kıyılar arasında ulaşım kayıklar yardımıyla
sağlanırdı..İlk olarak II.Beyazıt zamanında Haliç üzerinde yolcu ve eşya
taşınmasına yarayacak bir köprü inşa
edilmesi düşünüldü. Rönesans’ın ünlü sanatkarı Leonardo da Vinci bu istekten
haberdar olunca Haliç köprüsünü yapmak için bir mektupla müracaat eder. Tercümesi
Topkapı Sarayı arşivinde bulunan bu yazıtta Leonardo da Vinci kendine ait olan çeşitli icatlardan bahseder. Avrupa’nın kendisine
hak ettiği parayı vermediğini anlatarak yazısına şöyle devam eder. ‘ Galata’dan
İstanbul’a bir köprü yaptırmak istediğinizi duydum.Ben bu işten anlayan birisi
olarak bu göreve talibim.Düşüncem altından gemilerin seyrine elverişli olan yüksek bir köprü
kurmak.İnsanların rahat yürümesi içinde
kenarlarına tahta parmaklık yapmak istiyorum.Eğer arzu ederseniz bu köprü açılıp
kapanan tarzda da olabilir. Ayrıca akıntı nedeniyle kenarlarının aşınmaması
içinde özel bir çare düşündüm. İnşallah Sultan Hazretleri bu aciz kulunu hizmetlerinde görmeyi arzular ve cevap verme
lütfunu esirgemez ‘ diyerek mektubunu bitirir. Paris’te bulunan ‘Enstitüt de
France ‘ kütüphanesinde bulunan Leonardo da Vinci’nin çizdiği bir
köprü projesinin Galata ile İstanbul arasında yapmayı düşündüğü
köprüye ait olduğu sanılmaktadır.
Diş kirası
Sultan
Abdülaziz devrinde ramazan ayında bir adet gelişmişti. Buna göre iftara gelen misafir giderken ev sahibi tarafından
mutlaka bir hediye verilirdi. Bunun mücevher gibi pahallı olması daima itibar sağlardı. Hediye verilmediği taktirde
gelen misafirden hoşnut kalınmadığı
anlamı çıktığından herkes buna çok
dikkat ederdi. Bu ikrama ise o
devirlerde ‘ diş kirası ‘ denirdi.
Donanma Personeli
Osmanlı
Bahriyesinde görevli deniz askerleri
Levent’ler, Kürekçi ve Ayakçılar,Kalyoncular,Gabyarlar ve Sanatkarlardan
oluşurdu. Leventler : Donanmada savaşan askerlere verilen
isimdi.Venediklilerin doğu halkından olan askerler için kullandığı ve İtalyanca doğulu anlamına gelen ‘Levantine’ kelimesinden
dilimize geçmiştir. Devletten maaş alırlardı.
Kürekçiler
: Gemilerin kürekle yol aldığı zamanlarda Osmanlı Donanmasında iki çeşit
kürekçi bulunurdu. Bunlardan savaş
esirlerinden oluşanlara ‘forsa’
denilirdi. Forsaların kaçmalarına engel olmak için ayaklarından zincirle bağlanırlardı .İkinci
grup ise suç işlediği için kürek cezasına çarptıranlar kişilerdi. Bunlara da
‘payzen’ denilirdi.Gene de ihtiyaç karşılanmazsa halktan ücret karşılığı
kürekçiler toplanırdı.
Aylakçılar : İşsiz güçsüz
anlamına gelen aylakçılar,sürekli ve kadrolu olarak çalışan kişiler değillerdi.
Donanma sefere çıkacağı zamanlarda toplanır ve donanmanın görevi bitene kadar çalışırlar karşılığında
da ücret alırlardı. Kalyoncular
: Bunlarda sürekli personelden değillerdi. Gemiler denize
açılacağı zaman ihtiyaca göre işe alınırlar , sefer dönüşü ise evlerine yollanırlardı.
Gemilerde çeşitli işlerde çalışmalarına karşın disiplinsiz davranışları
nedeniyle pek sevilmeyen bir gruptu.
Gabyarlar
: Yelkenli gemilerde yelkenlerin bakımını yapan ve yelkenleri açıp , kapamakla
görevli olan usta denizcilere verilen isimdir. Sanatkarlar : Bunlar gemilerde
çeşitli işleri gören meslek sahipleriydi. Demirciler, marangozlar,
halatçılar bu gruptan sayılırdı.
Kabuksuz yumurta
Sultan
Abdülaziz donanmaya ve askeri
harcamalara ağırlık verilmesini istemektedir. Devrin sadrazamı
Mehmet Emin Paşa ise askeri harcamalardan ziyade mali
konularla ilgilenilmesini arzu etmekteydi. Bu
görüşünü dile getirmek için
padişahın yanındayken şu benzetmeyi yapar ‘ Devletimiz bu gün için kabuksuz bir
yumurta gibi. Bir tarafına bir diken dokunacak olursa akıp gidecek. Evvela mali
işlerimizi yoluna koyalım.Askeri konulara ondan sonra başlayalım ‘ der. Bu
yakıştırmasını çirkin ve gereksiz bulan padişah onu görevinden alır.
Redhouse
Günümüzde
bile en iyisi olarak bilinen İngilizce Türkçe ve Türkçe İngilizce sözlüklerini
hazırlayan James Redhouse 1811 senesinde
Londra’da doğdu. Genç yaşlarda İstanbul’a yerleşti. Osmanlı devleti tarafından
kendisine teklif edilen memuriyeti kabul edip bir çok devlet görevlerinde
bulundu. Tercümanlık başta olmak üzere dış işlerinde de pek çok konumda görev
yaparak batı ülkelerine Osmanlıyı olumlu olarak tanıtmaya çalıştı. Bu konuda
ciddi ve faydalı hizmetleri vardır. 1843 senesinde İran’la yapılan anlaşmanın
şartlarını o düzenledi.1850 senesinde hazırladığı
İngilizce Türkçe ve hemen arkasından yayınlanan Türkçe İngilizce sözlük büyük
ilgi gördü. Bunu inceleyen padişah tarafından da özel ödüle layık görüldü. Bundan
sonraki yaşamındaki 43 yılı bu sözlüklerin kapsamını genişletmeye çalışarak
geçirip 1893 yılında İngiltere’de vefat etti .Ölümüne yakın çalışmasının Türkçe
olan 12 cildini İstanbul’a yolladı. İngilizce olan 12 cildini ise British
Museuma teslim etti.
Sadrazamlığı eşine tercih eden paşa
Ahmet
Tevfik Paşa uzun süre elçilik yapıp dış
işleri bakanlığında önemli görevlerde bulunmuş
bir kişiydi. Son derece dürüst ve
çalışkan olduğu için padişah tarafından
da sevilmekteydi. Sadrazamlık görevi verilmek istendiği halde eşi Fransız olduğu için bu makama getirilemiyordu. Padişah bir elçi aracılığıyla Ahmet Tevfik Paşa’ya şu mesajı yolladı. ‘
sizi sadrazamlık derecesine yükseltmek istiyorum. Yalnız eşiniz hristiyan olduğu için taktir edersiniz ki
devlet makamında bu hoş karşılanmaz.
Ancak eşinizden boşanırsanız bu görev sizindir.’ Sadrazamlık görevinde bulunmayı çok isteyen Tevfik Paşa derhal eşinden boşanıp yeni görevine başlar.
Kadın dövmek serbestti
Avrupa’da orta çağda erkeklerin karılarını
dövmesi yaygın bir adetti. Almanya’nın
Bavyera eyaletinde ancak 1900 lü
yılların başında çıkan bir kanunla erkeklerin
karılarını dövmeleri yasaklandı.Yine ortaçağ’da Fransa ve Almanya’da karısını zina halinde
yakalayan erkek onu öldürürse suç
sayılmadığından cezada almazdı. Halbuki
İÖ 2000 yıllarında yaşamış olan
ünlü Babil hükümdarı Hammurabi kanunlarına
göre zina edenleri sadece devlet cezalandırabilirdi.
Korkulan kelimeler
Sultan Abdülhamit
devrinde yalnızca gazete ve mecmualar
değil resmi dairelerin kendi aralarındaki yazışmalarda bile kullanılan
evraklardaki kelimelere bile dikkat
edilmesi gerekiyordu. Zamanın resmi gazetesi olan Takvim-i Vakayi’de kişisel bir hata sonucunda yanlış
yazılan bir kelime gazete müdürüyle çalışan
memurların işine son verilmesine neden olmuştu. Bir yazışma sırasında geçen
‘Maksudiye’ sözcüğü kelime olarak Murat’ı dolaysısıyla Sultan Murat’ı hatırlatabileceğini düşünen
padişah Sadrazam Kamil Paşa’yı buna dikkat etmediği için görevinden
alır.Padişaha göre ‘ mecnun’ kelimesi de murat’a
yakın olduğundan
kullanılmamalıydı. Ayrıca ‘Hürriyet’ ve
‘Vatan’ kelimeleriyle bu kavramları çağrıştıracak sözcüklerde kesinlikle yasaktı.
Aşk
hastalığı
Ünlü Türk
doktoru ve filozofu İbni Sina hastaların önce nabızlarına bakardı. Kendine özgü
geliştirdiği bir yöntem ile de pek
hastalığın teşhisini sadece nabız ölçmekle koyardı. İbni Sina’ya göre nabız’ın on yedi çeşit atışı
vardı ve bunların hepsi başka bir
hastalığın bulgusuydu. Bir Arabistan seyahati sırasında bir emir’in oğlunun çok
hasta olduğu söylerler. İbni Sina her zaman olduğu gibi hasta olarak bilinen
genç çocuğun nabzını kontrol ederken,bir görevliyi çağırarak sarayın
bölümlerini saymasını söyler. Hastanın nabzı bir bölümün adı geçince hızlanır.
Buradan bir ip ucu elde eden doktor bu
bölümde yaşayan kadınların adlarının
sayılmasını ister. Bir kadının adı söylenince nabız tekrar hızlanmaktaydı..Durum
böylece anlaşılır.Genç şehzadede ‘ Aşk hastalığı ‘ vardı. Tedavisi ise güzel
cariye ile buluşmalarını sağlamaktı.
Hediyenin böylesi
Kaptanı
Derya Barbaros Hayrettin Paşa bir sefer dönüşünde padişah Kanuni Sultan
Süleyman’a omuzlarında taşıdıkları birer
top kumaş ile iki bin esir,ellerinde
gümüş tepsiler içerisinde biner akçe bulunan iki yüz esir ve ellerindeki altın
tepsilerin içerisinde inci ve mercan kolyeler,altın kadehler gibi çok kıymetli
eserler bulunan iki yüz cariye takdim etmişti.
Kazıklı Voyvoda
Kazıklı
Voyvoda denilen III.Wlad Tepes , 1456 yılında Fatih Sultan Mehmet
tarafından Eflak ( Günay Romanya )
Voyvodalığına tayin edildi.Yoyvoda o
tarihlerde Eflak ve Boğdan yöneticilerine verilen isimdi. Kazıklı Voyvoda ruh
hastası olan bir caniydi. Yüzlerce beklide binlerce kişiyi öldürtmüştü.Yere
çakılmış uçları sivri tahta kazıkların
üzerine yüksekten atılan kişiler bu
kazıklar üzerinde can çekişirken III. Wlad bunları seyretmekten büyük zevk alır,
karşılarında yemek sofraları kurdurup içki içerdi. Eflak iç işlerinde bağımsız
fakat dış işlerinde ve yönetiminde Osmanlı Devletine bağlı olan bir eyaletti.
Bu şuursuz davranışları devletin dikkati çekince düzeltmesi yönünde ikaz
edilince isyan etti. Kendisine bağlı birliklerle Osmanlı ordusu ile savaştı.
Pek çok kişi bu savaşlar sırasında lüzumsuz yere öldü.Savaşta yenilen Kazıklı
Voyvoda çareyi kaçmakta buldu.1481
yılına kadar çeşitli yerlerde saklanarak sürdürdüğü yaşamı bu tarihte yakalanıp
padişahın emri ile başı kesilince son buldu.
Celladın payı
Ortaçağ
Avrupa’sında her on idam mahkumundan birisi cellat’a aitti. Eğer isterse para
karşılığında onu serbest bırakabilirdi.Bu devirde asılarak ölüme mahkum
edilmekte çok ağır bir ceza değildi.Çünkü bundan ağır olan işkence ile idam
şeklide vardı. Bu uygulamada mahkum günlerce süren ağır işkencelerden geçirilip sonrada idam edilirdi.
Bodrumlu Herodot
Yunanlı
tarihçi ve antik yazardır.Tarihin babası olarakta bilinir. İÖ 484 yılında
Bodrumda doğdu. Bu gün için dünyada
bilinen ilk tarih kitabını yazan kişidir. İÖ 430 yılında yazdığı ‘Herodot
Tarihi ‘ adlı eser toplam dokuz cilttir.Herodot aynı zamanda dünyanın pek çok
ülkesini gezme olanağı bulduğu ve de burada gördüklerini de kitabına aktardığı
için yazdığı eser aynı zamanda bir
coğrafya kitabı ve seyahatnamedir.Bu eserinde zaman zaman Yunanlılarla Persler
arasında yapılan savaşları da anlatır.
14 Mart Tıbbiyenin kuruluşu
Osmanlı
Devletinde hekimler dışarıdan gelenler hariç tıp medreselerinde yetişirlerdi. Bunların
ilki Kanuni Sultan Süleyman tarafından
hekim yetiştirmek üzere Süleymaniye teknik okuluna bağlı olarak açılan tıp
okuludur. Ancak sağlam temeller üzerine kurulmayan bu okulda zaman içerisinde
işlevliğini kaybederek çağın ihtiyaçlarına cevap veremez oldu. II.Mahmut zamanında modern hekim ve cerrahlar
yetiştirilmesine karar verilerek 14 Mart 1817 tarihinde Şehzadebaşında’ki eski Tulumbacıbaşı konağında ilk tıp fakültesi
açıldı. O tarihten beri 14 Mart Ülkemizde tıp bayramı olarak kutlanır.
Uzun
boy merakı
Prusya
Kralı I.Frederik uzun boylu askerler toplamaya
çok meraklıydı. Henüz beşikte bulunduğu halde uzun boylu olacağını
düşündüğü erkek çocuklarına birer kırmızı kordele bağlar ve iyi beslenmeleri
için para yardımı yapardı. Daha sonraları uzun boylu erkeklerle uzun boylu
bayanlar ile evlendirip daha uzun boylu bir nesil elde etmek için çalışmalar
yaptıysa da bunda başarılı olamadı.
Tuhaf
bir gelir kaynağı
Ortaçağda Batı’da genel evler çok yaygındı.Bunlar varlıklarını sürdürebilmek için ağır vergiler
öderlerdi. Birçok psikoposların maaşları bile bu alınan vergiler sayesinde
ödenmekteydi. Bu durum uzun yıllar boyunca hiç değişmeden devam etti.XVI.yy da
papalığa yılda yirmi bin altın vergi ödeyen genelevler vardı. Buralara
gençlerin devam etmesi üzerine
Almanya’daki Ulm belediye meclisinde alınan karar gereği 14
yaşından küçüklerin böyle yerlere girmesi yasaklanmıştı.
Katmerli
ense
Yeniçeriliğin
son zamanlarında yeniçeriler arasında
katmerli ense yaptırmak çok modaydı . Tabi bu moda ile birlikte katmer ustaları
da ortaya çıkmıştı. Bunlar genellikle
Beyazıt semtinde Bakırcılar sokağında bulunurlardı. Katmer yaptırmak için
başvuran yeniçerinin ilk başta saç ve sakalı sinekkaydı tıraş edilirdi. Daha
sonra enselerini zeytinyağı ile ova ova şişirirlerdi.Bu işlem yaklaşık
iki saat devam edince ense katmer katmer olurdu.
İthal
mallar’ın zararları
XIX. yy
kadar Osmanlı Devleti yurtta yapılan
malların ithaline izin vermezdi. Fakat bu devirde düşünce değişerek isteyen
istediği malı ithal eder duruma gelmişti. Buda yurt içerisinde pek çok imalathanenin kapanmasına yol açar.Osmanlı
Devleti yalnız İngiltere’den 1829
yılında 40000, 1830 yılında 90000,1831
yılında ise 105000 altın sterlin değerinde mal ithal etmişti.
Osmanlının İlk
dış borçlanması
Osmanlı
Padişahları arasında devlet hazinesini son dolduran padişah III:Mustafa’dır (
1757-1774). Bundan sonra sürekli hale
dönüşen savaşlar, devlete büyük bir yük getirir.Bu devirlerde yıllık giderleri
karşılamak mümkün olamıyordu. Abdülmecid
döneminde Ruslar’la yapılan
Kırım savaşı hazineyi daha da zora sokar. Osmanlı Devleti bu savaşta müttefikleri
olan İngiltere ve Fransa’dan borç para ister. Yapılan görüşmeler sonucunda %4
faiz ile beş milyon İngiliz altını borç alındı.Garanti olarak bir kısım devlet
gelirleri karşılık olarak
gösterildi.Ancak bu çok kötü bir başlangıç olmuş,devlet gün geçtikçe daha ağır
şartlar altında borç almaya devam etmişti.
Kızkulesi’nin ilginç
hikayesi
Boğaziçinin
başlangıcında göze çarpan Kızkulesi
kayalık bir adacığın üzerinde
inşa edilmişti. Esas olarak kimin ne için yaptırdığı bilinmemesine
karşın yaygın olan efsane şöyledir. Bizans İmparatoru Konstantin çok sevdiği
kızının bir yılan sokması sonucunda öleceğini bir falcıdan öğrenir. Falcılara
ve büyücülere çok inanıldığı bu
devirde falcının söylediği bu sözler
Konstantin’in büyük bir telaşa ve korkuya kapılmasına neden oldu. Hiçbir
yılanın ulaşamayacağı bir yerde kızı için güvenli barınak yapılmasına karar verir. En uygun
yerin o zamanlar kayalık olan bu adacık olduğuna düşünerek bu günkü
bina yapılır. Prenses kendisine hizmet edecek nedimeleriyle birlikte
buraya yerleşir. Güzel bir ilkbahar günü Konstantin mevsim çiçeklerinden bir demet toplatarak
sepet içerisinde bunları çok seven kızına yollar. Prenses babasının
gönderdiği bu çiçek sepetini sevinçle
alır.O sırada çiçeklerin içersinde gizlenmiş olan bir yılan prensesi sokarak
orada ölmesine neden olur.
Avrupa’da eski yataklar
Roma
İmparatorluğu zamanında belli başlı tek
mobilya yataktı. Geceleri onun üzerinde yatıp, gündüzleri orada misafir kabul
ederler, yemeklerini de orada yerlerdi.Yoksul olanların şiltesi samanla zengin
olanlarınki ise pamuk veya kaz tüyündendi. Genellikle etraflarındaki tahta üzerine
altın veya gümüş işlemeler olurdu. Bu devirlerde Fransa’da yataklar
oldukça sade fakat birkaç kişinin birlikte kullandıkları için oldukça
büyüktü.İlk defa İngiltere’de yapılan açılıp kapanan yatak ile ranza o
devirlerde çok rağbet görür.Yaygın olan adet’e göre de hamile
kadınlar giyinip süslenip misafirlerini yatakta kabul ederlerdi.Bu daha
sonra bu alışkanlık dul kadınlara da geçtiğinden
baş sağlığı ziyaretlerini yatakta kabul etmeye başladılar.
Topkapı
Sarayı yangını
IV.
Mehmet’in padişahlığı döneminde Topkapı
Sarayında büyük olasılıkla kıskançlık nedeniyle
bir cariye tarafından kasten yangın
çıkarılmıştı. 24Temmuz 1665 gecesini 25 şine bağlayan gece yarısı başlayan yangın
sabaha kadar devam etti.Bunun sonucunda Harem dairesi,Divan-ı
Humayun,Defterhane ve mutfak tamamen yanar.Sarayın diğer kısımları da çok zarar
görür.Bu yangına sebep olan cariye padişahın bulunduğu Edirne’ye getirilerek
kısa bir sorgulamadan sonra idam edilir.Sarayın hemen başlayan onarımı 1668
yılına kadar sürmüştü.
Kim çatlayacak
?
Koca Ragıp
Paşa Sadrazamlığı sırasında bir toplantıda ‘ Efendiler şimdiye kadar rüşvet almadığınıza yemin
edermisiniz? ‘ deyince orada hazır bulunan herkes arka arkaya yemin etmeye başlarlar. Şair
Haşmet ise bir köşede suskunluğunu koruyarak oturuyordu. Ragıp Paşa ona dönerek
‘ Haşmet sende bir çok memuriyette
bulundun.Ama yemin edemiyorsun deyince
Haşmet şu cevabı verdi. ‘ Efendimiz yalan yere yemin eden çatlar diye bir
inanış vardır.Şimdi bekliyorum hazır bulunanlardan hiç kimse çatlamazsa bu
sözün aslı yok demektir. O zaman bende
yemin edeceğim ‘ der.
Yangın için alınan önlemler
On altıncı
yüz yılda İstanbul’daki evlerin çoğu tahtadan yapılmıştı. Bu nedenle çeşitli
sebeplerle çıkan yangınlar çabucak büyüyüp bazen tüm şehri tehlikeye sokacak
kadar ciddi problemlere yol açardı.Bu devirde
herkesin çıkan yangınları söndürmeye yardımcı olması için bazı önlemler
alınması padişah fermanıyla zorunlu gerekli hale getirilmişti.İlk olarak her evde bir adet
merdiven ile büyük bir su fıçısı bulundurulması isteniyordu. Bu fıçıların su
ile dolu olması ve merdivenin uzun olmasına da özellikle dikkat edilmeliydi.
Bir
yeniçerinin idamı
Bir
yeniçeri askeri idamını gerektiren bir suç işlediği zaman idam cezasının
uygulanmasından evvel ismi yeniçeri
defterinden siyah mürekkep ile silinir ve özellikle eceli ile öldü diye
yazılırdı.Yeniçerilikle ilgisi kesildikten sonra Baba
Cafer zindanlarında gece saat on ikide cellatlar tarafından öldürülüp cesedi bir çuvala içerisinde , boynuna bir
taşta bağlanıp denize atılırdı. Dördüncü
Murat devrine kadar idam hükmünün yerine
getirildiği saraydan atılan bir top atışı ile duyuruldu. Bu tarihten sonra bu uygulamadan
vaz geçildi.
Haçlı
orduları ve seyirciler
Haçlı
orduları İznik önlerine geldiklerinde Türkler ile çok şiddetli savaşlara
giriştiler. Bir kalenin içerisinde savunma halinde olan Türkler kendilerini
savunmak amacıyla surların üzerinden aşağıya kaynar zeytinyağı döküyorlar ve
düşmanın üzerine oklar atıyorlardı. Haçlılarda çeşitli alet ve mekanizmaların
yardımıyla kalenin içerisine suda
sönmeyen ateşler yağdırıyorlardı.Sadece Kudüs’ü ziyaret etmek için Haçlı
ordusunun arkasına takılıp bu bölgeye kadar gelmiş olan normal halk ise
civardaki tepelerin üzerinden olup bitenleri ilgiyle izlemişti.
Erbain soğukları
Erbain
Arapça’da kırk demekti. Takvimde dokuz
aralıktan on yedi ocağa kadar süren kırk gün eskilerce kışın en soğuk günleri
olarak kabul edilirdi. Bu devreye erbain denilirdi.Eski İstanbullular buna çok
önem verir. Zayıfları ve hastaları özellikle bu devrede korumaya gayret
ederlerdi.Erbain geçtikten sonra kurbanlar kesilir ve ziyafetler verilirdi.
Hatta bazı ailelerin bir birlerini ziyaret ederek bu soğukların geçmesini
kutladıkları olurdu.
Lale devri
Aslında
Osmanlı Devrinde Lale Devri diye bir bölüm bulunmaz. Sadrazam Nevşehirli Damat
İbrahim Paşa devrine rastlayan ve 1718 yılında
Avusturya ile imzalanan Pasarofça barış anlaşmasıyla başlayıp 1730 senesinde Patrona Halil isyanıyla III.Ahmet’in
tahtan indirilişine kadar geçen
barış,sakinlik ve ilerlemenin yanı sıra zevk ve safa devrine ünlü tarihçi Ahmet Refik’in taktığı isimdir. Adını, o dönemde İstanbul'da yetiştirilen ve zamanla ünü dünyaya
yayılan lale çiçeklerinden alır.
İstanbul’un yokuşları
Yedi
tepe üzerine kurulu İstanbul’da pek çok yokuş bulunur. İlginç isimleriyle bazı
İstanbul yokuşları. Şengül Hamamı
yokuşu, Deveoğlu yokuşu, Fil yokuşu, Horasancı yokuşu, Kırkmerdiven yokuşu,
Dana yokuşu, Camcıçeşmesi yokuşu, Hasan Hüseyin Yokuşu, Pastırmacı yokuşu,
Hançerli yokuşu, Balıkçılar yokuşu, Dana yokuşu, Yokuş Çeşme, Etyemez yokuşu,
Baruthane yokuşu, Tozkoparan Yokuşu , Otlukçu yokuşu, Mumhane yokuşu, Kaytan
yokuşu, Macarlar yokuşu.
Yangına giden sadrazam
İstanbul’da
yangın olduğunda sadrazam ile yeniçeri
ağasının yangın yerine gidip yangın söndürme çalışmalarını izlemeleri
görevleri arasındaydı. Yangınlara bazen padişah’ta giderdi. Padişah yangın
yerine vardığı zaman sadrazam ve
yeniçeri ağasının henüz gelmediğini görürse
onları para cezası ile cezalandırırdı.
III.Mustafa bazı gecelerde İstanbul’da
tebdili kıyafet gezdiği
bilinirdi.Yangın çıkarsa padişahın kendilerinden evvel olay yerine
gidebileceğini ve dolayısıyla para cezası ile padişahın gazabına
uğrayacaklarını düşünen sadrazam ve yeniçeri ağası geceleri üçer tane atı
eğerleri takılı olarak bekletirlerdi.Kuleden yangını görür görmez halka ilan etmeden
sadrazam ve yeniçeri ağasına haber vermeleri konusunda ise nöbetçiler her gece sıkıca uyarılırdı.
Semte adını
veren bilgin
İstanbul’un
Şehremini bölgesinin tanınmış semtlerinden olan Fındıkzade ismini eski bir devirde yaşamış olan bir
bilginden almıştır. Bu kişi17.yy da
yaşamış olan devrin ulemalarından
Fındık Mustafa Efendidir. Oğlu Fındıkzade İbrahim Efendi diye
tanınıyordu. Oda seçkin bir bilim adamıydı. Her ikiside o semtte doğmuş,tüm
yaşamları burada geçmişti. Öldükten sonra evlerinin karşısındaki mescidin mezarlığında gömülürler. Herkes
tarafından çok sevilen bu iki kişinin ölümlerinden sonra halkın isteği ile bu
semtte onların ismi verildi.
İstanbul’da ayna modası
Üçüncü
Sultan Mustafa’nın Hibetullah adında bir kızının dünyaya gelmesi üzerine
yapılan şenlikler nedeniyle şehir baştanbaşa süslenmişti. Bu tarihlerde
İstanbul’da ayna çok rağbet görmekteydi. Küçük sultanın doğmasından kırk gün
önce aynacılara haber verilerek bol
miktarda ayna ve avize siparişi verilir. Zengin veya fakir herkes evini
süslemeye ve kandil yakarak bunun ışıklarını aynalar vasıtasıyla sokaklara
aktarmaya mecbur edilmişti. Topkapı Sarayında da Orta kapı denilen kapının iki
tarafına büyük avizeler ve aynalar asılarak arasına ‘Mübarek olsun ‘ yazılı büyük bir mahya asılmıştı. Saray
meydanına doğruda yüzlerce büyük ve küçük ayna konulmuştu.
Çamlıca
Köşkü
Çamlıca
eski tarihlerde de halkın sevdiği ve sık
olarak gittiği mesire yerlerinden birisiydi. Günün birinde Sultan Mahmut
burada bir köşk yaptırmaya karar verir. Hekimbaşı
Abdülhak Molla telaşlanır. Çünkü bu köşk
yapıldığı taktirde halk buraya giremeyeceği için
bu yerden mahrum kalacaklardı. Bunun üzerine padişaha ‘ Benim duyduğuma göre
buralarda yeri tam olarak belli olmayan bir
evliya yatıyormuş. Sizin yaptıracağınız bina onun mezarı üzerine gelirse çok
günah olur. Ayrıca size uğur getirmez, aksilikler bir birini takip eder ‘
deyince padişah bu binayı yaptırmaktan vaz geçer.
İlk pil’i
kim buldu ?
İlk pil’in 1800’lü
yılların başında Alessandro Volta ‘nın
bulduğu bilinir. Bu pil belirli çözeltiler ile metal elektrotlar
arasındaki kimyasal tepkimeden yararlanma yoluyla elektrik üretiyordu. Fakat
Alman arkeolog Wilhelm Konig
1938 yılında Irak’ın başkenti Bağdat yakınlarında bulduğu 2000 yıllık pil herkesi şaşırttı.
Konig 13 santim boyundaki toprak bir kabın içerisine monte edilmiş
bakır silindir ve onun etrafındaki demir
çubuk’lu nesneyi dünyanın en eski pili olarak tanımladı. Bu pilin 2 voltluk bir
enerji sağlayabileceği düşünülüyor.
Osmanlı döneminde bazı ilkler
-
İlk olarak Sultan İkinci Abdülhamid döneminde açılan okullar: Mekteb-i Hukuk-i
Şâhâne (Hukuk), Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne (Tıp), Mekteb-i Mülkiye-i Şâhâne
(Siyasal Bilgiler), Mekteb-i Şâhâne Hendese-i Mülkiye (Teknik Üniversite),
Halkalı Yüksek Ziraat Mektebi, Orman ve Madenler Mektebi.
-İstanbul a ilk tünel yine Sultan Abdülaziz
zamanında Fransız Mühendis Emile Gavand tarafından yapıldı ve bu tünel 17 Ocak
1874 günü hizmete girdi. Dünyanın üçüncü yeraltı treni olan bu tünel 575 metre uzunluğunda ve 7 metre genişliğindedir.
-Türkiye’nin
yurt dışında katıldığı ilk sergi 1851 yılında Londra da düzenlenen Tarım ve
Sanayi Ürünleri Sergisidir.
*
Türkiye de ilk sergi 27 şubat 1863
tarihinde Sultan Ahmet Meydanında Sultan Abdülaziz in de katıldığı bir törenle
açılan "Sergi-i Osmani"dir. Çeşitli el sanatları ile tarım ve sanayi
ürünlerinin yer aldığı bu sergiye İmparatorluk sınırları içinde kalan
ülkelerden olduğu gibi bazı Avrupa ülkelerinden de katılımlar oldu.
*
İlk kıyafet kanunu 3 Mart 1829 yılında ve İkinci Mahmut zamanında
yayınlanmıştır. Bu kanuna göre sarık ve cüppe ilmiye sınıfına ayrılmış olup
devlet memurlarının fes, setre, pantolon ve kaput giymeleri
kararlaştırılmıştır.
-İlk
daimi ordu 1328 yılında Orhan Gazi Bey in emriyle kurulmuş olup bu orduya
"Yaya" adı verilmiştir
- Haydarpaşa - İzmit - Ankara demiryolu ilk olarak
1888 yılında İkinci Abdülhamid'in Almanya'dan aldığı mâli destekle
gerçekleştirildi Ankara- Bağdat demiryolu hattının yapımına
girişildi
- "Valide Sultan" adıyla anılan ilk
padişah anası, İkinci Selim'in hanımı ve Üçüncü Murat'ın anası olan Nur
Banü'dur
- Osmanlılarda ilk matbaa, Üçüncü Ahmet zamanında ve 1727 yılında faaliyete geçen İbrahim Müteferrika Matbaası'dır
- Osmanlılarda ilk matbaa, Üçüncü Ahmet zamanında ve 1727 yılında faaliyete geçen İbrahim Müteferrika Matbaası'dır
- Osmanlı tarihinde savaş meydanında şehit olan ilk
(ve tek) padişah Birinci Murat'tır (1389), 1 Kosovo Savaşı
- İlk barış
anlaşması, 1330 yılında Orhan Gazi ile Bizans İmparatoru Üçüncü Andronikos
arasında imzalanmıştır.
- "Rumeli" adı verilen Avrupa yakasında ilk ele geçirilen yer, Gelibolu da Orhan Gazi nin büyük oğlu Süleyman Paşa tarafından alınan Çimpe limanıdır.
- "Rumeli" adı verilen Avrupa yakasında ilk ele geçirilen yer, Gelibolu da Orhan Gazi nin büyük oğlu Süleyman Paşa tarafından alınan Çimpe limanıdır.
-
"Sikke" adı verilen ilk Osmanlı madeni parası Orhan Gazi adına 1327
yılında basılmıştır.
- İlk daimi ordu 1328 yılında Orhan Gazi Bey in emriyle kurulmuş olup bu orduya "Yaya" adı verilmiştir.
- Osmanlı tarihinde ilk şair padişah Fatih Sultan Mehmet’in babası İkinci Murat’tır.
Enderun
1839
Tanzimat ilanına kadar İstanbul Topkapı
Sarayında en yüksek dereceli öğretim veren okullarından birisi Enderun’du. Buraya devam edebilmek için orta
dereceli saray okullarının birisinden mezun olmak gerekirdi. Bazen de yüksek
devlet görevlilerinden birisinin oğlu padişahın emri ile bu okula alınırdı.
Okulun amacı yüksek dereceli devlet adamı veya kumandan yetiştirmekti.Bir cins
sınıf olan oda denilen yedi aşamalıydı. Basitten yüksek dereceliye kadar
isimleri şöyleydi.Küçük oda, büyük oda, doğancı odası, seferli odası,kiler
odası,hazine odası ve has oda.Küçük ve büyük oda okulun ilk basamaklarıydı.
Buraya toplam 160 öğrenci alınırdı.Bu
sayı daha sonraları 400’e kadar çıktı. Okulda öğretim verilen derslerin
başlıcaları , Türkçe, Arapça,Farsça,dini ve askeri bilimler,beden eğitimi,silah
kullanma,saray prokolu ve müzik’ti. Öğrenciler
öğretimlerine devam ederken bir yandan da sarayda staj yaparlardı. Seferi
odasına kadar yükselen bir öğrenci artık subay sayılırdı.
Eski oyunlar
Genellikle
batı , az miktarı da doğu ülkelerinden yurdumuza gelmişlerdir. Bir kısmı tarihe
karışmış bazıları ise günümüzde bile oynanmakta.Bu oyunların bazıları :
Tavla
: Türkler tarafından sevilerek oynanan
oyunların başında gelirdi. Kürşad, Osmanlı, Nevbahar ,tokat gibi çeşitli oynama şekilleri
geliştirilmişti.
Aşık oyunu : Koyun
bacağından çıkan kemiklerle oynanırdı. Barbut: Çift zar atarak
oynanan bir oyundu. Beyazıd meydanının arkasındaki kahvelerde oynanırdı.
Satranc-ı urefa : Tarihe
karışmış oyunlardan birisidir. İki kişi tek zar ve yüz haneye ayrılmış
karton tablo üzerinde oynanırdı. Peçiç
: Sekiz adet katır tırnağı ile oynanırdı.Taşlar
avuç içerisinde karıştırılarak atılırdı. Bu gün bilinmeyen eski oyunlardan birisidir. Beçiz oyunu: İki veya dört kişiyle ve altı
adet zarla oynanırdı. Zarları tavla zarından farklıydı. Bir yüzlerinde sadece
yek vardı. Diğer yüzleri ise boştu. Zarlar atıldıktan sonra bir siyah diğerleri
beyaz olursa buna beçiz denirdi.
Tüm atışların başka isimleri vardı. Hepsi
beyaz olursa bahar,siyah olursa çaka gibi.
Satranç : Doğudan batıya aktarılan satranç Fatih Sultan Mehmet zamanından beri oynanan en
eski oyunlardan birisidir.
Dama : Bu
oyunu eski Mısır’lıların bulduğu bilinmektedir. Sultan Abdülaziz bu oyuna çok
meraklı olduğundan sarayda damacıbaşı bulunurdu.
Sabunun damgası
1826
senesine kadar İstanbul’da satılan sabunların üzerinde damga bulunmadığından
iyisiyle kötüsünü ayırmak mümkün olamıyordu. Bu tarihten sonra halkın bu ayrımı
yapabilmesi için damga konulması
mecburiyeti getirildi.
Balta asmak
Yeniçeri Ocağının iyicene dejenere olduğu zamanlarda
bazı yeniçeri ağaları esnaftan , paralı kişilerden,tüccarlardan,limandaki
gemilerden haraç alır, vermeyenleri ölümle tehdit ederlerdi.Haraç aldıkları
kişilerin kapısını da kendi özel işaretlerini asmaları olayına ‘ Balta asmak ‘ denilirdi.Kuş, süpürge,
balık,aslan , cami gibi her yeniçeri ağasının özel işareti
nişan diye adlandırılırdı.
Buğ
gemisi
Osmanlı
Devletinde 1827 yılına kadar buharlı
gemi yoktu. İlk buharlı gemi II.Mahmut
zamanında İngiltere’den alınan Swift adlı bir gemidir. Yurda geldikten sonra
ismi değiştirilmemiş fakat halk
arasında buğ gemisi olarak bilinirdi. Sultan Mahmut’un binmesine tahsis edilen bu
gemi, padişahın bir çok deniz seyahatinde kullanıldı.Bu geminin alınmasından
sonra gemileri kullanmak amacıyla kaptan ve tayfa okulları açıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder