Cariyelerin
isimleri
Osmanlı sarayının harem dairesinde yaşayan
cariyeler ya esir pazarından satın alınır
veya hediye olarak saraya yollanırlardı. Saraya alınacak cariyeler
dikkatle muayene edilir. Hastalıklı olanlar saraya alınmazdı. Daha sonra
kendilerine bir ad takılarak Türk ve İslam geleneklerine göre yetiştirilirlerdi.
Çoğu romantik olan bu isimlerin bazıları şöyleydi. Gülçin ( Gül toplayan ), Ebribahar ( Bahar bulutu ),
Alemtab ( Dünyayı ısıtan ), Hüsnibahar (
Bahar güzelliği ),Şebahenk
( Gece ahengi ), NurıhayaL (
Hayalin Ruhu ) , Goncater ( Taze gonca
),
Şevkidide (
Göz sevinci ), Subuhgül ( Sabah gülü ), Arzuyıcan ( Canın arzusu ), Zevkibahar
( Bahar zevki ), Çaresaz ( Çare bulan ).
Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 Türk Devleti
Cumhurbaşkanlığı forsundaki bulunan 16 yıldız
tarih boyunca kurulmuş olan 16 Türk Devletini simgeler.Ortadaki güneş ise
Türkiye Cumhuriyetini temsil eder.Bu devlet ler
1. Büyük Hun İmparatorluğu 2.
Batı Hun İmparatorluğu 3. Avrupa Hun Devleti 4. Akhun İmparatorluğu 5. Göktürk İmparatorluğu
6. Avar İmparatorluğu 7. Hazar
İmparatorluğu 8. Uygur Devleti
9. Karahanlılar 10. Gazneliler 11. Büyük Selçuk İmparatorluğu 12. Harzemşahlilar 13. Altınordu Devleti 14. Büyük Timur İmparatorluğu 15. Babür
Devleti 16.Osmanlı İmparatorluğu
Hıdrellez
Aslı Hızır ve İlyas’tır. Bunlar ölümsüzlük
suyu içtikten sonra ölümsüz olduğuna inanılan iki peygamberin adıdır. Hızır
karaların, İlyas ise denizlerin koruyucusudur. İnanca göre Hızır kendisinden
yardım isteyen herkesin yardımına koşardı.Her yıl baharın başlangıcı kabul
edilen 6 mayıs’ta buluştuklarına dair bir efsane vardır. 6 Mayıs tarihi Hristiyanlıktan önce
Putperestlerin
bir bayramı olarak bilinmekteydi.Hristiyanlık’tan sonra diğer putperest bayramları terk edildiği halde halk bu günü kutlamaya devam etti. Halkın
yoğun istekleri karşısında hristiyanlar da bu günü kutlamayı kabul etmiş yalnız
ismini değiştirerek Saint George –Aya Yorgi günü olarak kutlamaya başlarlar.Sonraları
Müslümanlarca da Hızır İlyas günü olarak kutlanır.Bu deyim daha sonra halk
arasında hıdrellez şekline dönüşmüştür.
İnanca göre dileklerini kağıda yazıp denize atanlar İlyastan
ufak kağıtlarını bir gül veya
ağacın altına gömenler ise Hıdır’dan yardım beklerler. Aynı gece ateşin
üzerinden atlamakla da günahlardan
arınılacağına inanılır.
Zenci cenazelerine ücret ödenmesi
Modern Tıp öğretiminin başlamasından sonra
uzun yıllar geçtiği halde en çok sıkıntısı çekilen anatomi derslerinde
kullanılmak üzere kadavra bulunmasıydı. Bunun
üzerine Hekimbaşı ve aynı zamanda Tıbbiye mektebi nazırı ( dekanı ) İzmirli
İsmail Efendi Mayıs 1847 tarihinde
saraya başvurarak halkın evinde ölen zenci köle ve cariyelerin cenazelerinin Tıbbiye verilmesini ve bunu sağlayanlara da
belirli bir ücret ödenmesi isteğinde bulunur.Bu dilek padişaha kadar ulaşır. Kısa bir süre sonra Sadrazam tarafından hekimbaşıya şu yazı
gönderilmiştir. ‘Evlerinde zenci köle veya cariye ölenlerlerin cenazeleri
Tıbbiye Mektebine götürülmek üzere haber
verenlere otuzar kuruş ikramiye verilmesi
ve isteğinize uygun olarak
gereğinin yapılması için Padişah iradesi çıkmış ve ilgililere konu hakkında bilgi verilmiştir. ‘
denmektedir.
Atlı tramvayla yolculuk
Büyük
şehirlerde şehir içi ulaşımı sağlamak amacıyla atların çektiği tramvaylar uzun
yıllar kullanılmıştı.İki veya dört atın çektiği bu arabalar bilhassa İstanbul’un dar ve o zamanlar
düzenli olamayan sokaklarında giderken çok zorlanırlardı. Bunlara at
dayandırmakta güçtü. Atlar çok yoruluyor ve yeterli beslenmiyorlardı.
Dolayısıyla hepsi zayıf ve çelimsizdi.Arabaların doğru dürüst bir fren sistemi
olmadığından önüne birisi çıktığı zaman aracı durdurmak çoğu kez mümkün
olmuyordu.Buda çeşitli sorunlara neden olmaktaydı. Korna sistemi
bulunmadığından arabayı kullananda genellikle bir borazan olur gerektiği zaman
bunu öttürerek yolun açılmasını isterdi. Yol üzerinde belirli yerlerde ahırlar
bulunurdu. Yorulan atlar burada dinlenmiş olanlarıyla değiştirilip yola devam edilirdi.Az
miktarda tramvay ise iki katlıydı. Bunun
üst katında oturmak bir ayrıcalık olarak kabul edilirdi. Tramvaylarda birinci
sınıf ve ikinci sınıf olarak iki mevki bulunurdu. Zenginlerin tercih yeri olan
birinci mevki diğerine göre biraz daha temiz ve bakımlıydı. Kadınların
oturacağı bölüm ise bir perde ile ayrılmıştı. Yolcular ayakta durmaz oturarak
seyahat ederlerdi. Atlı tramvaylar elektrikli olanlarının gelmesinden sonra
1900’lü yılların başında tamamen terk edildi.
Osmanlı saraylarında ilginç yemek alışkanlıkları
Sarayda domates yeşilken tüketilir,kırmıza döndüğünde
ise kesinlikle kullanılmazdı. Demir şişler yerine defne dalı veya patlıcan sapı kullanılırdı.
Pişme sırasında bunların aroması ete geçtiğinden ayrı bir lezzet oluşurdu. Sarma
yapılırken asma yaprağı yerine ayva veya fasulye yaprağı kullanırdı.
Olgunlaşmamış üzümden yapılan koruk suyu ve nar suyu limon yerine tercih
edilirdi. Et ve balık pişirilirken mutlaka tarçın ilave edilirdi. İftar
menülerinde sofraya su konmaz bunun
yerine şerbet veya hoşaf vermek bir gelenekti. Sarayda ekmeğe ayrı bir önem
verilirdi. Ekmek sıradan ekmek, has ekmek,en has ekmek gibi çeşitlere
ayrılıyordu. Padişah tamamen beyaz undan yapılan en has ekmeği yerdi .Diğer ekmeklerde hiyerarşi durumuna göre
dağıtılırdı. Helva genellikle gül suyuyla tatlandırılır, Yemeklerde mutlaka
tuzsuz tereyağı kullanılırdı. Padişah
II.Murat’ın sofrasında ise müzik hiç eksik olmazdı.
Duvara giren patrik
Türklerin
İstanbul’u ele geçirmesi sırasında bir
kısım halk ve asker kaçağı Ayasofya’ya dolup, o zamanlar kilise olan yapının
tunç kapısını sıkıca kapatarak savunma haline geçmişlerdi. Şehre giren Türk
ordusu Ayasofya’nın önüne gelip
kapısının kapalı olduğunu görünce baltaları ile kapıyı kırmak zorunda kalırlar.
Patrik bu sırada içerde ayin yapmaktaydı. Ancak Bizanslılar bundan sonrası için
bir hikaye uydurdular. Sözde Türk askerleri içeri girdiği zaman mihrabın olduğu yerdeki duvarda bir kapı
açılıp patrik buradan içeri girmiş.
Türkler İstanbul’dan ayrıldığında Ayasofya tekrar kilise haline dönünce,
duvar yeniden açılacak patrik buradan dışarı çıkıp yarım
kalan ayinine devam edeceğine inanmışlardı.
Mahmut Paşa
İstanbul’un
en kalabalık alış veriş semtine adını
veren Mahmut Paşa Fatih Sultan Mehmet’in sadrazamlığını yapmış önemli bir
devlet adamıydı.Sırp bir anne ile Rum bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi.
Esir olarak alınıp güzel bir tahsil ve terbiye verilerek yetiştirilir. İstanbul’un
kuşatılması sırasında pek çok kahramanlık gösterince Fatih’in sevgisini kazanmayı başarmıştı.
Sırbistan’ın işgali sırasında çok başarılı olunca sadrazamlığa kadar yükselir. Bu görevdeyken Midilli’nin alınması
ve Eflak bölgesinin Osmanlı
topraklarına katılmasında büyük faydaları oldu.Daha sonra rüşvet aldığı iddiaları üzerine gözden düşerek görevinden alınır.Fakat bir müddet sonra
eksikliği hissedilince Uzun Hasan’a yapılan sefer sırasında tekrar sadrazamlığa
yükseltirek ordunun başında sefere gönderilir. Otukbeli savaşında elde ettiği
başarılara rağmen gerçekmi
iftiramı olduğu anlaşılmayan rüşvet söylentileri
üzerine Yedikulle zindanlarına atılarak
1474 senesinde boğularak öldürülmüştür.
Bu gün
Mahmut Paşa olarak anılan semtte çarşı,
cami,hamam, okul ve 265 dükkandan oluşan bir bedesten yaptırdığından onun adı verilmiştir.
Ahırdaki
Vezirler
II.Mahmut zamanında hekimbaşı olan Abdülhak
Molla bir yaz günü
tüm vezirleri Bebek’teki evine davet eder. Sofra kurulup bol
miktarda içki içilip yemek yenir.
Vezirlerin tam keyifli olduğu sırada
padişahın kayığı görülür. Hızla yalıya yaklaşmaktadır. Hepsi telaşlanıp bir
yere kaçmaya çalıştılar. Molla ise
padişahın geleceğini bildiği halde vezirlere söylememişti. Onları böyle telaş
halinde görünce ‘Ahıra saklanın hünkar oraya bakmaz ‘ diyerek hepsine yol
gösterdi.Onlarda çaresizlik içerisinde koşarak ahıra girip sessizce beklemeye
başladılar. Abdülhak Molla koşarak padişahı karşılar. Sonra bahçenin içerisinde
bulunan ahırın önünden geçerkende
kapısını açıp ‘ işte hünkarım tüm vezirleriniz burada isterseniz divan’ı burada kurabilirsiniz ‘ der. Bu
durumdan hoşlanmayan padişah ertesi gün Abdülhak Molla’yı görevinden almıştır.
Tarihte Çatal
Çatal
bulunmadan önce yemekler elle yenirdi.
Yemek sırasında parmakların görgü kurallarına uygun bir şekilde hareket etmesi gerekiyordu. Parmağın yağlanmamasına dikkat
etmek önemliydi. Halk yemek sırasında beş parmağını , asiller ise sadece üç
parmaklarını kullanırlardı. Bu kişiler yüzük parmaklarını asla kullanmazlardı.
İlk yemek çatalının 1100 yılında Venedik’te
kullanıldığı biliniyor.İki ucu olan bu çatalların kullanımına bazı çevreler
tanrının verdiği yiyecek yine tanrının verdiği parmaklarla yenir düşüncesiyle
karşı çıkmışlardır. Bazı erkeklerde yiyecekleri bıçakla tutup elle yedikleri
için çatal kullanmayı kadınımsı bir
davranış olarak algılayıp uzun bir süre kullanmayı reddetmişlerdi. Bu
devirde çatallar daha çok altın,gümüş,billur
veya demirden yapılarak özel bir kılıf içerisinde taşınırdı.Önceleri
lüks sayılan çatal 17.yy dan sonra bütün Avrupa’da kullanılır hale geldi. Kaşık ve bıçağın yemek sırasında kullanılması ise tarih kadar eskidir.
Beyoğlu Kralları
Osmanlı
imparatorluğunun son zamanlarında
İstanbul Beyoğlu’nda kendilerine
Tatlısu Frenkleri denilen azınlık bir
halk yaşardı. Cenevizlilerle Venediklilerin kalıntısı olan
bu grup o devirlerde devlet otoritesinin azalması ve padişahında hoş görüsüne
sığınarak Beyoğlu’nda ayrı bir topluluk
olmuşlardı.Avrupa devletlerinin elçiliklerinde desteklediği bu azınlığa yerli
halk ‘ Beyoğlu Kralları ‘ ismini takmıştı.İngiltere, Fransa ve Rusya kapitülasyonlardan
da faydalanarak Osmanlı Devletinin kanun
ve nizamların aldırış etmedikleri Tatlısu Frenklerini ve hristiyan azınlığı
kanatları altına aldıklarını görüyoruz Bunlardan suç işleyenler onlara
sığınınca polis ve adliye bunlara karışamazdı. Bu devletlerin elçilik binaları suç işleyenlerin adeta sığınağı haline
gelmişti. Beyoğlu Kralları koruyucuları
olmadan sokağa çıkmaz, daima süslü ve
pahallı arabalara binerlerdi. Türkçe
bilmelerine rağmen asla Türkçe konuşmazlar,
kendi aralarında toplantı ve balolar düzenleyip eğlenirlerdi. Cumhuriyet kurulduktan sonra bir
anda kaybolan Beyoğlu krallarını bir
daha gören olmadı. Tarih içerisinde kaybolup gittiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder