7 Ağustos 2014 Perşembe

DEFTERİMDEN İLGİNÇ TARİH NOTLARI-2




                        Osmanlı padişahlarının ölüm nedenleri
 Yaklaşık 600 yıl hüküm sürmüş olan Osmanlı Devletinde 36 Padişah görev yapmıştır. Ortalama ömürleri  52 sene 3 aydır. En genç ölen II.Osman  en yaşlı vefat eden  ise Orhan Gazi’dir. Padişahların saltanatta kalma süreleri ise ortalama  17 sene’dir. Bazı kaynaklar I.Osman’dan II.Abdülhamit’ e kadar tüm aile fertlerinde gut hastalığı olduğundan bahseder. Çoğu padişah’ın ölüm nedeni  buna bağlasa da  ölümleri  bu hastalıktan  olmadı.. Sekiz padişah kalp ve dolaşım sistemiyle ile ilgili hastalıklardan, diyabet’ten beş, idam, cinayet, intihar veya kaza nedeniyle sekiz, beyin kanamasından vefat edenlerin sayısı dört olarak biliniyor. Üç padişahın tüberkülozdan, böbrek ve idrar yolları rahatsızlığından iki, pnömoni ve karaciğer yetmezliğinden ise  birer kişi vefat etmiştir. Dört padişahın ise ölüm nedeni bilinmiyor. 28’i sarayda,  diğerleri harp meydanlarında, yollarda, esarette veya gurbette vefat etmişlerdir.
                                     Rüşvet  mi , Hediye mi ?
  Tanzimatın ilanından sonra rüşvetin önlenmesi  için  bazı kararlar alınmıştı. Rüşvet ile hediyeyi birbirinden ayırmak amacıyla beş rakamı esas tutulur. Beş ‘e kadar  olanlar hediye, bunun üstündekiler in rüşvet olarak işlem görmesine karar verilir.Örneğin bir devlet memuruna beş okka’ya kadar yağ vermek hediye olarak kabul edilmekteydi.
Bu kanun yürürlükteyken evi Beylerbeyinde  bulunan devlet büyüklerinden birisinin yalısına içi kuzu dolu bir şilep yanaşır. Bu tekneyi izleyen maliye memurları tekne sahibini rüşvet vermekle suçlamak üzereyken  şöyle bir çıkış yolu bularak ceza almaktan kurtulur. ‘Şilepteki beş kuzuyu Paşa hazretlerine, beş tanesi eşine, beş tanesi kızına, beş tanesi oğluna, beş tanesini damadına, beş tanesini gelinine getirdim’ der. Bu olaydan sonra  kanunun işe yaramayacağı anlaşıldığından kısa bir  süre sonra yürürlükten kaldırılır.

                                      İstanbul’daki  türbeler
  Önemli kişilerin ölümünden sonra onların gömülmesi için yapılmış anıtsal tarihi yapılara türbe denilir. İstabul’da bulunan türbeler başlıca beş kısımda incelenir. a) Padişahlara ait türbeler , 29 Osmanlı Padişahının gömülü olduğu 16 adet türbedir. Bunların 13 de padişah eş ve çocukları da aynı yere defnedilmiştir.  b) Padişah yakınlarının türbeleri , padişah mezarı içerisinde yer  almayan padişah eşi,sultan ve şehzadelere ait olan 18 adet türbedir.  c) Sadrazamlara ait türbeler, genellikle cami avlusunda veya  camilerin yanında yer alan 25 adet türbedir. d) Diğer Türk büyüklerine ait  türbeler, Barbaros Hayrettin Paşa,Mimar Sinan,Gazi Osman Paşa gibi ünlü Türklere ait 11 adet  türbedir. e ) Dini inanç türbeleri, Eyüp Sultan,Merkez Efendi gibi çok ziyaret edilen 5 tane türbeyle birlikte İstanbul’daki türbe sayısı  75  tanedir.
 
                          İznik’te  Huysuzlar  Türbesi 
 Şaman Türkleri’nin  dininde  Uma Tanrısı yer alırdı. Türkler hasta çocuklarını bu tanrının iyileştireceğine inanırlardı. Günümüzde ise tam aksi olarak umacı  sözcükleri  daha çok çocukları korkutmak amacıyla kullanılmakta. İznik’teki Huysuzlar Türbesi  eski Uma inancının yeni bir şekli olarak karşımıza çıkıyor. Huysuz çocuklar bu türbeye getirilip bir müddet bu türbenin içerisinde bekletilir. Sonra elbiseleri bu türbede bırakılıp  yeni elbiseler giydirilerek buradan alınırdı. Elbiselerini burada bırakmakla tüm huysuzluğunu burada bıraktığına uzun yıllar boyunca  inanılmıştı.

                                     Baklava  alayı
  Ramazanın 15.günü saray mutfağında yapılıp  özel bir törenle Yeniçeri askerlerine götürülen baklavadır. Her on asker için bir tepsi hesabıyla hazırlanan baklava üst düzey yeniçeri komutanları tarafından saraydan alınarak kalabalık eşliğinde askeri kışlalara getirilirdi. Bu  kalabalığa baklava alayı ismi verilirdi. Uzun yıllar devam eden bu gelenek yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra bir daha tekrar edilmedi.

                              Japon’ların ilginç  inancı
   Eskiden  Japon’lar ölülerinin başları kuzeye gelecek şekilde  mezara koyarlardı. Bu durum zaman içerisinde kuzeyi uğursuz saymalarına neden olur..Bilhassa yatarken başlarının kuzeye dönük olmamasına özellikle dikkat ederler. Eskiden bu inanç o kadar kuvvetliymiş ki  seyahate çıkanların çoğu yatacakları yönü belirlemek için yanlarında pusula taşırmış.
                                       Kraliçe Katerina
  Çariçe II. Katerina’nın sevgilisi olan Prens Potekim  bahçe merakıyla tanınmıştı.Çariçede seyahate çıkacağı zaman sevgilisinin hoşuna gitsin diye  yanında daima bir bahçıvan ile seyyar bir bahçe bulundurursu. Konak yerlerinde bahçıvanlar  kutu  ve sandıklarda taşınan çiçek ve ağaçcıklarla çadırın etrafında geçici  bir bahçe oluşturlardı.Yola çıkılacağı zaman bu bahçe bozularak tekrar getirildiği sandıklara konurmuş.

                         70’şinden sonra eser veren meşhurlar
   Sanatın yaşı olmadığını gösterircesine Mozart gibi çocuk yaşta eserler yaratan dahiler olduğu gibi ileri yaşında  sanat tarihi,resim,bilim ve edebiyat açısından değerli eserler veren sanatçılar vardır. Bunların bazıları, Kant  Antrapoloji  eserini 74 yaşında, Verdi Otello ‘yu  76 yaşında, Goethe Faust’u 80 yaşında, Lamark ünlü zooloji eseri olan Omurgasızların Tarihi isimli incelemesini 78 yaşında tamamlamıştır.

                                 Stalin’in ölüm korkusu 
 Ünlü Rus devlet adamının bir türlü yenemediği bir ölüm korkusu vardı. Özellikle suikasta uğramaktan çok  ürkerdi. İkametgah olarak kullandığı saray ile günlük işlerini takip ettiği Kremlin arasındaki 45 kilometrik yolda suikaste uğramamak için söyle bir tetbir almıştı. Stalin kendi arabasının tıpa tıp benzeri olan 15 araba daha almıştı. Bu otomobiller hep birlikte yola çıkarlar, hepsinde staline benzeyen bir kişi otururdu.       Hepsi aynı yolu izleyerek aynı yere giderlerdi. Tabi Stalin’in hangi arabada olduğunu kimse bilmezdi.

                            Madame Maintenon’un utancı
 1684 te o zamanki Fransa Kralı olan 16.Louis ile  evli olan Madame Maintenon evlendikten sonra haftada bir kan aldırmaktaymış. Bunun nedeni sorulduğunda ise ‘Sarayda o kadar açık saçık fıkralar ve hikayeler  anlatılıyor ki bunları dinlerken yüzüm kızarmasın diye sık sık kanımı aldırıyorum. İşe de yarıyor ‘ diye yanıt vermiş.

                        Cenazesi kaçırılan Cumhurbaşkanı
  Amerika Birleşik Devletlerinin Cumhurbaşkanlarından olan Abraham Lincoln’un ölümünden sonra muhteşem bir cenaze töreni düzenir.1865-1901 yılları arasında ise  cenazesi değişik şehirler arasında 17 defa yer değiştirdi.14 şehir mezarının kendi şehirlerinde yapılması için birbiriyle adeta yarıştı. Bir ara cenazesi kaybolur.Herkes cenazeyi  aramaktayken  iki yıl sonra  Springfield şehrinde bulunan  bir  anıtın tavan arasında   bulunur.

                                     Menekşe salatası
  Orta çağlarda menekşe normal yemek listesinde kullanılırdı.Soğan,marul ve bazı yeşil sebzelerin yanında doğranarak salataya karıştılırdı. Ayrıca çorbası da çok seviliyordu. Bu çorba menekşe’nin kekik ve çörek otu ile birlikte pişirilmesiyle yapılırdı. Taze yaprakları çiğ olarak sofraya getirildiği gibi bunların pişirilmesiyle değişik yemeklerde  yapılmaktaydı.

                          Eski Uzak doğu’da yemek adabı
 17 yy da bilhassa Japonya ve Çin’de ziyafete gitmeden önce herkes kendi evinde yemeğini yer toplantıya öyle gidermiş.Tok karına gidilen ziyafet sofrasında hemen hemen hiçbir şey yenmez, sadece konuşmakla vakit geçirilirmiş.Ziyafetin sonuna doğru yemekten çok az yenir ve sofradan kalkılırmış.Buna karşılık evden ayrılmakta olan herkese paket içerisinde sofradaki yemekler hediye edilirmiş. Böylece ertesi gün bu yemekleri evlerinde yerken ev sahibini hatırlarlarmış.

                                        Teşhir cezası  
Eski İstanbul’da zaman zaman uygulanan cezalardan birisiydi.  Teşhir,  suçlunun aldığı cezaya ek olarak verilen bir cezaydı. İstanbul’un en kalabalık semtlerinden birisinde mahkumlar halka teşhir için yere çakılı olan demir kazıklara demir bir halka ile bağlanarak bekletilirdi. Ellerinde uzun bir zincir ile bağlı tutulan mahkum yalınayak getirilip buraya bağlanırdı. Teşhir edilen mahkum sabahtan akşama kadar ayakta durur. Sucunu gösteren bir yazı boynuna asılarak gelen geçenin bu yazıyı okuması sağlanırdı. Seyir için toplanan halkın mahkum ile konuşması yasaktı. Buna rağmen ağır sözlerle hakaret edenlerin yanı sıra  acıdığı için para verenlerde oluyordu. Ceza sonlanıncaya kadar etrafında daima bir veya iki  polis nöbet tutarak başkasının mahkuma zarar vermesini önler, para verenlere ise ses çıkartmazdı.Teşhir günü genellikle bir gün sabah erken saatlerde başlayıp  akşama doğru biterdi.. Bu süre zarfında mahkuma yiyecek verilmez yanına sadece bir testi su ile su içmesi için bir bardak bırakıldı.

                                  Zehir Ali’nin kahvesi 
  Mütarekenin ilk yıllarında İstanbul büyük bir karışıklık yaşıyordu. Durum böyle olunca polislik teşkilatı da zayıflamış  hırsızlık, dolandırıcılık, yankesicilik olaylarında belirgin bir artış olmuştu. İşte bu devirlerde Galata Boğazkesen’de Zehir Ali’nin kahvesi zamanın azılı hırsız ve yankesicilerinin toplanıp işlerini planladıkları bir  mekan olmuştu.
Kahvenin bir köşesinde  Hüsnü Baba adında birisi köfte ekmek satar isteyenlere ise  kadeh içerisinde rakı verirdi. Çeşitli suçlardan arananlar  mutlaka bu  kahvede  toplanırlardı. Uzun yıllar bu  işlevini sürdüren Zehir Ali’nin  kahvesi  otoritenin tekrar kurulmasıyla birlikte kapatılır.

                     Marco Polo ‘ya hiç kimse inanmamıştı
 1254 Yılında Venedik’te doğan Marco Polo Dünyanın en önemli gezginlerinden birisidir. Küçük yaşından beri babasından duyduğu gezi anılarıyla büyümüştü. 1271 yılından itibaren de kendisi gezmeye ve bu  sırada  gördüklerini günlük olarak yazmaya başladı. Büyük  Seyahat adlı kitabı  gezi anılarının derlenmesiyle oluşmuştur. Bu kitapta  ‘ Gürcistan’ın kuzey batısında çok ilginç bir olgu ile  karşılaştığını anlatır. Yerdeki büyük bir kaynaktan yağa benzer bir sıvı çıkmaktaydı. Lakin bu yağ y şup bitene kadar yanıp  aynı zamanda da ısı veriyor diye anlattığı bu yağ petrolden başka bir şey değildi.. O zamanlar petrol  bilinmediğinden  yazdıklarına hiç kimse inanmaz.Gerçek olduğu düşünülmeyen  başka bir konuda  gezi sırasında gördüğünü söylediği  maden kömürüydü.   Şöyle tarif ediyordu ‘Bir yerde siyah taşlar gördüm.Halk bunları toplayıp  odunla birlikte tutuşturarak yakıyor. Bu taşlar yandığı zaman inanılmaz bir sıcaklık oluşup üstü kızarınca dumanı  kalmıyor. Sıcaklığı uzun süre devam ettiğinden üzerinde yemek bile pişiriliyor’.Marco Polo’nu yazdıklarının gerçek olduğu kaç yıl sonra anlaşıldı. Kimbilir ?
                                      Siyamlı ikizler  
 1811 yılında o zamanki ismi Siyam olan  Tayland’ın  Bangkok  şehrinde   vücutlarından birbirine yapışık olarak doğan   ikizlerdir. Yoksul bir balıkçı ailesinin çocukları olarak dünyaya gelen bu bebeklere Çang ve Eng isimleri verildi. Biraz büyünce önce  yakın çevrelerinde daha sonra ise dünyanın pek çok ülkesinde  isimleri  duyuldu. Bu sırada bölgede bulunan Amerikalı bir kaptan ikizlerin ailesine bol para vererek onları aldı. Avrupa’da  panayır, sergi gibi yerlerde ücret karşılığında halka göstermeye başladı. Halk büyük bir ilgiyle onları izliyor, basında da sürekli olarak bu konuda haberler çıkıyordu. Tıp dünyasının da ilgisini çeken Siyamlı ikizler bir çok tıp otoritesi tarafından özel olarak incelendi. Buldukları sonuçlar çok ilginçti. İkizler birbirlerine yapışıktı ama tabiat olarak birbirlerinden çok farklıydılar. Çang hırslı,kavgacı,içkiciydi. İkizi olan Eng ise bunun tam tersi yumuşak tabiatlı, sakin ve sessiz birisiydi. Uyuşmayan karakterleri sık sık kendi aralarında tartışmalarına neden olurdu. Daha sonra götürüldükleri Amerikada’da halkın yoğun ilgisiyle karşılan ikizler  kazandıkları paralarla bir çiftlik evi alıp buraya yerleştiler. Bir müddet sonrada yakınlarındaki bir çiftlikte bulunan iki kız kardeşe aşık olup onlarla evlendiler. Çang ‘ın on ,Eng ‘in on bir çocuğu oldu. 1874 yılına gelindiğinde ise Çang’ta bir soğuk algınlığı şeklinde başlayan hastalık hızla seyrederek kısa bir süre sonra ölümlerine neden oldu. Birlikte gömüldüler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder