7 Ağustos 2014 Perşembe

DEFTERİMDEN İLGİNÇ TARİH NOTLARI - 1



                             
                    Defterimden  ilginç  tarih  notları hakkında 

 Yayın hayatına 1Şubat 1965 tarihinde başlayıp 1982 senesine kadar aralıksız olarak yayınlanan  Hayat  Tarih  Mecmuası başta olmak üzere, daha kısa yayın dönemleri olan Resimli Tarih, Tarih Hazinesi  ve Tarih Konuşuyor gibi aylık dergileri  bir  ansiklopedi  gibi okur, bu sayfalarda rastladığım ilginç olayları bir deftere not ederdim.  Yıllardır görmediğim hatta varlığını bile unuttuğum bu defteri   görünce oldukça ilginç konulardan derlendiğini fark ettim. Okuyacağınız  yazıtlar, bu eski defterin sayfalarından size aktardıklarımdan ibaret.                                                                   Cem Aydemir
            
                                            

                                    Tutmaç Çorbası 
 Günümüzün sevilen çorbalarından olan tutmaç çorbasının en eski Türk yemeklerinden birisidir. Kaşgarlı Mahmut  ünlü eseri Divan-ı Lügat-ı Türk ‘te  Oğuzlar zamanından beri bu yemeğin bilindiğinden bahseder. Tutma aç sözcüğünden türediği bilinen bu çorba Osmanlı Sarayının da en sevilen yemekleri arasında yer almıştı. Adı ve yapılışı bakımından tam bir Türk yemeği olan tutmaç çorbasının besleyici değerinin de yüksek olduğuda   biliniyor.

                               Ağlayan  Kadınlar   Lahdi
İstanbul arkeoloji müzesinin en değerli eserlerinden birisidir.1887 Yılında Osman Hamdi bey tarafından bulunup  İstanbul’a getirilir. Bu değerli arkeologumuz aynı zamanda  İstanbul Arkeoloji müzesinin kurucusudur. Pek çok değerli i eseri   müzelerimize kazandırmıştır. Kurbağa terbiyecisi adlı tablosu başta olmak üzere  önemli sanat eserleri vardır.
Bu muhteşem lahid  Helenistik dönemde İÖ 360 yılında  ölen Sayda kralı Straton’a ait olduğu tahmin edilmektedir. Yüksekliği 2.97 metre, uzunluğu 2.54 metre eni ise 1.37 metredir .Lahidin çevresinde kabartma olarak 18 ağlayan kadın vardır.Çoğu ayakta  bir kısmı ise oturur durumda olan bu kadınların yüzlerindeki hüzünlü ifade meçhul heykeltıraşın ustalığını gösterir.Kapağın iki yanında  cenaze alayı,kaidenin etrafında ise bir av sahnesi yer alır.

                                         İlk Türk Tıp Kitabı
  Yıldırım Bayezid’ın padişahlığı ( 1400’lü yıllar ) zamanında  sarayda bulunan Aydınlı Hacı Paşa çok tanınmış bir tabip’ti. Uzun gözlemler sonucunda yazdığı  eser   ilk Türk tıp  kitabı olarak kabul edilir. Tamamı el yazması olan 90 sayfalık bu değerli kitabın tek kopyası Viyana Saray Kütüphanesin de bulunur. (1466 numara ile kayıtlıdır.)  İsmi ‘ Doktor bulunmayan yerlerde hafif hastalıkların teşhis ve tedavisi ‘ dir.  Diyet tedavisi ile bunun   uygulamaları, faydalı yemekler,içecekler,  baharatlar  ve hastalıkların nedenleri, belirtileri,  tedavileri olmak üzere üç bölüm halinde hazırlanmıştı.

                                           Satın alınan rüya
  Küçük Cevad şansız bir çocukluk dönemi geçirir. Küçük yaşta  anne ve babasını kaybetmiş, tahsil hayatı     zorluk ve fakirlik içerisinde geçmişti. On bir yaşındayken  küçük bir çocuk yanına gelerek bir rüya gördüğünü ve isterse  o rüyayı satacağını söyler. Küçük Cevad’ın yanında  iki mecidiye vardır. ‘Sadece  bu kadar  verebilirim’ der. Diğer çocuk kabul ederek   ‘ Rüyasında, sadrazam olduğunu ve yıllarca   herkesin sevdiği birisi olarak bu görevde bulunduğundan bahseder. Bu rüya küçük Cevad’ın çok hoşuna gider ve verdiği parayı helal ettiğini söyler.Yıllar sonra  1891 yılında Sadrazamlığa yükseldiğinde  bu hikayeyi herkese anlatır.

                        Kırkpınar  Güreşleri  ve Efsanesi
Yağlı güneşler 4500 yıldan daha uzun bir süre ilgi gören spor dallarından birisi olmuştur. Bulunan  kanıtlara göre  İÖ 2650 yılında Mısır ve Asur Krallığı zamanında bile  bu  güreşlerin yapıldığı bilinmektedir.
Kırkpınar güreşleri için anlatılan efsane şöyledir.1346 yılında Rumeli seferi sırasında Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa  40 askerle Bizanslılarla yapılan bir çarpışmadan sonra geri dönerken şimdiki Yunanistan topraklarında kalan Samona’da mola verirler. 40 cengaver burada birbirleriyle güreş tutarlar. Saatlerce süren bu güreşlerde adları Ali ve Selim olan iki kardeş bir türlü yenişemez. Daha sonra bir Hıdrellez gününde Edirne yakınlarındaki Aliköy çayırında aynı ikili tekrar güreşe tutuşur. Bütün gün güreşmelerine rağmen yine yenişemeyen pehlivanlar gece boyunca mum ve fener ışığında mücadelerini sürdürmeye devam ederler. Ancak solukları kesilip oldukları yerde can verirler. Arkadaşları onları aynı  yerdeki bir incir ağacının altına gömerek oradan ayrılırlar. Yıllar sonra aynı yere gittiklerinde iki pehlivanın mezarının bulunduğu yerde gür bir pınar görüp  bu bölgeye ‘Kırkpınar ‘ adını verirler.
Edirne’yi alan 1.Murat  burada bir güreşciler tekkesi kurarak güreşin gelişmesini sağlar. Bu tarihten beride burada panayır ile birlikte yağlı güreşler  yapılması bir gelenek halini almıştır.

                                 Dünyanın ilk posta pulu
  Pul’un icadından önce posta kurumu zorluklar içerisinde çalışmaktaydı. Bu devirde  uzaklık ve yakınlığa göre belirlenen posta ücreti alıcı tarafından ödenirdi. Çeşitli problemlere neden olan bu uygulamada alınmayan mektuplar postada kaybolup gidiyordu. Bunu önlemek amacıyla İngiltere’de bulunan ilim yayma derneği posta ücretinin yollayan tarafından ödenmesini ve bu ücretin alındığını gösteren bir etiketin zarfın üzerine yapıştırılmasını önerdi. Bu dört köşe etiketin bir  tarafı zamklı üzerinde  değer yazılı ve taklit edilmesini önlemek amacıylada  bir resim ve ya motif  olması gerektiğine  karar verdi. Tasarım konusunda açılan ilk yarışma sonunda dünyanın ilk posta pulunda İngiltere Kraliçesi Victoria’nın portresinin yer aldığı dizayn birinci seçildi. Kısa sürede basılarak  6 Mayıs 1840 tarihinde kullanıma çıktı. Yurdumuzda ise  ilk posta pulu 1862 tarihinde çıkartılmıştır. Üzerinde  Padişah  Sultan Abdülaziz’in tuğrası yer alıyordu. İlk Türk pulları taş basma denilen bir sistemle hazırlanıyor  ve boyalı süngerlerle renklendiriliyordu.

                                  İlk Boğaziçi köprüsü  projesi
İlk Boğaziçi köprüsü projesi Sultan Abdülhamid tarafından yaptırıldı.1900 yılında çizilen bu projeye göre Anadolu  Hisarı ile Rumeli Hisarı arasında bir köprü yapılması düşünülmüştü. Proje Bosphorus Railroad Company tarafından o  dönemin ünlü mimarlarına hazırlatıldı. Proje iki kıtayı birleştirecek bir demiryolu rayı döşemesinden oluşuyordu. Buna göre Avrupa’dan kalkan bir tren aralıksız olarak Bağdat’a ulaşabilecekti. Ancak o dönemde  savaş rüzgarları ve  iç karışıklıklar nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu zor bir dönem geçirmekteydi. Bu karışıklık sırasında Abdülhamid’te tahtan indirilince  projenin uygulamasından vaz  geçildi.  

                              Yalnız yemek yeme kanunu
 Fatih II. Sultan Mehmet devrine kadar padişahlar kendi eş ve çocuklarıyla bazı zamanlarda ise devlet erkanı ile birlikte yemek yerlerdi. Fatih İstanbul’u aldıktan sonra bu alışkanlığı  ortadan kaldırarak tek başına yemek yemeye başlamıştır. Bununla yetinmeyip Osmanlı kanunnamesine koydurduğu ‘ Cenab-ı humayunu yalnız taam eder ‘ maddesiyle   kendisinden sonra gelen padişahları da bu uygulamaya zorlamıştır. 

                                          Şemsiyenin Dili
  Eski İstanbul’da boğazdaki kayık gezileri sırasında şemsiyelerin duruş şekline göre bir anlamları olduğunu biliyormuydunuz? ? İşte bunlardan bazıları .Şemsiye  yan tarafa biraz eğilirse  ‘Sana gücendim ‘ biraz daha eğilirse ‘ Oldukça kırgınım ‘ yüzü tamamen kapatırsa ‘ Bir daha yüzümü göremeyeceksin.Bende seni görmek istemiyorum.’ Sağdan sola geçirilirse ‘ Dön yoluna git ‘ Ön tarafa doğru hafifçe eğilirse ‘ Bende senden hoşlanıyorum ‘ Biraz daha eğilirse ‘ Teklifini bekliyorum, benim  düşüncem olumlu.’ Öne doğru tamamen yatık durumda tutulursa ‘ Hemen tanışabiliriz’ Yan tutulursa ‘ Seninle anlaşacağımızı düşünüyorum.’ Açılıp kapatılırsa ‘ Bu gün değil,yarın’ Açılıp kapatıldıktan sonra sürekli kapalı tutulursa ‘ Gününü sonra kararlaştırırız.’

                                      İstanbul’un  ortası
Eski İstanbul genellikle   Eminönü ve Fatih bölgesi olarak kabul edilirdi. Buraya sur içi veya Nefs-i İstanbul denildi. Galata, Eyüp ve Üsküdar ise İstanbul’a bağlı beldeler olarak bilinmekteydi. Hatta burada oturanlar Eminönü ve Fatih bölgesine gidecekleri  zaman ‘ İstanbul’a gidiyoruz’ derlerdi.İşte o zamanlarda İstanbul’un ortasının neresi olduğu merak edilmiş.Yapılan araştırma sonucunda Şehzade camisinden Vefa’ya dönen sokağın köşesi olduğu anlaşılarak buraya yeşil renkli bir mermer dikilir. Günümüze kadar varlığını sürdüren bu mermerin  durduğu  nokta yıllarca İstanbul’un ortası olarak kabul edilmişti.
                                  Said paşanın börek merakı
 Oburluğu ile meşhur Said Paşa  her sabah işe giderken Galata’da bulunan ve devrin meşhur börek fırınlarından birisine büyük bir tepsi, un,yağ ve peynir bırakıp  kendisi için börek yapılmasını  isterdi.
Fırıncı akşam üstü işten dönen Paşa’nın arabasına börekleri bırakırken  kimse görmesin diye tepsiyi bir beze sarmayıda ihmal etmezdi. Said  Paşa’da mis gibi kokan bu böreğe dayanamaz eve gelene kadar tepsinin çoğunu bitirirmiş.. Çok yemek yediğini söyleyenlere ise ‘ Ayıplama, insan yaşlanınca pisboğaz oluyor. Zararlı olduğunu bildiğim halde yinede bu börekleri yemekten kendimi alamıyorum.’ diye yanıt verirdi.

                               Anlat derdini Marko Paşa’ya
 1839 yılında doğan  Apostol Marko devrin tanınmış cerrahlarındandı. Sultan Abdülaziz’in özel doktorluğunu ve Mekteb-i Tıbbiye Şahane adıyla bilinen zamanın tıp fakültesi dekanlığını(nazırlığını ) yapmıştı. Bir hekim olarak hastalarını ayrıca öğrencileri başta olmak üzere her kim olursa kendisine bir şey anlatıldığında  mutlaka sonuna kadar dinlerdi. Bundan dolayı’ anlat derdini Marko Paşa’ya ‘tabiri halk arasında yaygın olarak kullanılır olmuş. Hazır cevaplılığı ile bilinen Marko Paşa’ya yaşını soran birisine ‘ paramın ve malımın çalınma olasılığı olduğu için her gün sayarım ama geçen yıllarıma kimsenin dokunamayacağını bildiğimden onları saymam ‘  diye verdiği yanıt uzun süre dilden dile dolaşmış.

                                             İlk   At   yarışı
Tarihteki ilk at yarışı İÖ 700 yılında Eski Yunanistan’da düzenlendi. Hitit, Asur,Roma ve Mısırlılarında at yarışlarına meraklı oldukları da   biliniyor. Homeros İÖ 8.yy da yazdığı ünlü İlyada destanında atlı araba  yarışlarından söz eder. İlk düzenli yarışları ise  17.yy da İngiltere’de  Kral II.Charles döneminde yapıldı. Bundan kısa bir süre sonra ise Kuzey Amerika’da düzenlenen bu tür yarışlara  halkın  yoğun bir ilgi gösterdi. At yarışları bu günkü  uluslar arası şeklini ise ancak 19.yy ortalarına doğru kazanır..
Osmanlı zamanında ilk at yarışı Orhan Bey’in Bursa’yı almasından sonra gerçekleşir.17.yy da Edirne ve İstanbul’da Yıldız köşkünün bahçesinde at yarışları yapılırdı. 19.yy gelindiğinde  ise bu yarışlar daha çok Bakırköy ve Veliefendi semtlerinde yoğunlaşmıştı.
Cumhuriyet döneminde ilk at yarışı 1924 yılında, Gazi koşusu ise 1927 yılında yapılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder