Defterimden
ilginç tarih notları hakkında
Yayın hayatına 1Şubat 1965 tarihinde başlayıp
1982 senesine kadar aralıksız olarak yayınlanan
Hayat Tarih Mecmuası başta olmak üzere, daha kısa yayın
dönemleri olan Resimli Tarih, Tarih Hazinesi ve Tarih Konuşuyor gibi aylık dergileri bir
ansiklopedi gibi okur, bu
sayfalarda rastladığım ilginç olayları bir deftere not ederdim. Yıllardır görmediğim hatta varlığını bile unuttuğum
bu defteri görünce oldukça ilginç
konulardan derlendiğini fark ettim. Okuyacağınız yazıtlar, bu eski defterin sayfalarından size
aktardıklarımdan ibaret. Cem Aydemir
Tutmaç Çorbası
Günümüzün
sevilen çorbalarından olan tutmaç çorbasının en eski Türk yemeklerinden
birisidir. Kaşgarlı Mahmut ünlü eseri
Divan-ı Lügat-ı Türk ‘te Oğuzlar
zamanından beri bu yemeğin bilindiğinden bahseder. Tutma aç sözcüğünden
türediği bilinen bu çorba Osmanlı Sarayının da en sevilen yemekleri arasında
yer almıştı. Adı ve yapılışı bakımından tam bir Türk yemeği olan tutmaç
çorbasının besleyici değerinin de yüksek olduğuda biliniyor.
Ağlayan
Kadınlar Lahdi
İstanbul arkeoloji müzesinin en değerli eserlerinden
birisidir.1887 Yılında Osman Hamdi bey tarafından bulunup İstanbul’a getirilir. Bu değerli arkeologumuz
aynı zamanda İstanbul Arkeoloji
müzesinin kurucusudur. Pek çok değerli i eseri
müzelerimize kazandırmıştır. Kurbağa terbiyecisi adlı tablosu başta
olmak üzere önemli sanat eserleri
vardır.
Bu muhteşem lahid
Helenistik dönemde İÖ 360 yılında
ölen Sayda kralı Straton’a ait olduğu tahmin edilmektedir. Yüksekliği 2.97 metre, uzunluğu 2.54 metre eni ise 1.37
metredir .Lahidin çevresinde kabartma olarak 18 ağlayan kadın vardır.Çoğu
ayakta bir kısmı ise oturur durumda olan
bu kadınların yüzlerindeki hüzünlü ifade meçhul heykeltıraşın ustalığını
gösterir.Kapağın iki yanında cenaze
alayı,kaidenin etrafında ise bir av sahnesi yer alır.
İlk
Türk Tıp Kitabı
Yıldırım Bayezid’ın padişahlığı ( 1400’lü
yıllar ) zamanında sarayda bulunan
Aydınlı Hacı Paşa çok tanınmış bir tabip’ti. Uzun gözlemler sonucunda
yazdığı eser ilk Türk tıp
kitabı olarak kabul edilir. Tamamı el yazması olan 90 sayfalık bu
değerli kitabın tek kopyası Viyana Saray Kütüphanesin de bulunur. (1466 numara
ile kayıtlıdır.) İsmi ‘ Doktor
bulunmayan yerlerde hafif hastalıkların teşhis ve tedavisi ‘ dir. Diyet tedavisi ile bunun uygulamaları, faydalı
yemekler,içecekler, baharatlar ve hastalıkların nedenleri, belirtileri, tedavileri olmak üzere üç bölüm halinde
hazırlanmıştı.
Satın alınan rüya
Küçük Cevad şansız
bir çocukluk dönemi geçirir. Küçük yaşta
anne ve babasını kaybetmiş, tahsil hayatı zorluk ve fakirlik içerisinde geçmişti. On
bir yaşındayken küçük bir çocuk yanına
gelerek bir rüya gördüğünü ve isterse o
rüyayı satacağını söyler. Küçük Cevad’ın yanında iki mecidiye vardır. ‘Sadece bu kadar
verebilirim’ der. Diğer çocuk kabul ederek ‘ Rüyasında, sadrazam olduğunu ve
yıllarca herkesin sevdiği birisi olarak
bu görevde bulunduğundan bahseder. Bu rüya küçük Cevad’ın çok hoşuna gider ve
verdiği parayı helal ettiğini söyler.Yıllar sonra 1891 yılında Sadrazamlığa yükseldiğinde bu hikayeyi herkese anlatır.
Kırkpınar
Güreşleri ve Efsanesi
Yağlı güneşler 4500 yıldan daha uzun bir süre ilgi gören
spor dallarından birisi olmuştur. Bulunan
kanıtlara göre İÖ 2650 yılında
Mısır ve Asur Krallığı zamanında bile bu güreşlerin yapıldığı bilinmektedir.
Kırkpınar güreşleri için anlatılan efsane şöyledir.1346
yılında Rumeli seferi sırasında Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa 40 askerle Bizanslılarla yapılan bir
çarpışmadan sonra geri dönerken şimdiki Yunanistan topraklarında kalan
Samona’da mola verirler. 40 cengaver burada birbirleriyle güreş tutarlar.
Saatlerce süren bu güreşlerde adları Ali ve Selim olan iki kardeş bir türlü
yenişemez. Daha sonra bir Hıdrellez gününde Edirne yakınlarındaki Aliköy
çayırında aynı ikili tekrar güreşe tutuşur. Bütün gün güreşmelerine rağmen yine
yenişemeyen pehlivanlar gece boyunca mum ve fener ışığında mücadelerini
sürdürmeye devam ederler. Ancak solukları kesilip oldukları yerde can verirler.
Arkadaşları onları aynı yerdeki bir
incir ağacının altına gömerek oradan ayrılırlar. Yıllar sonra aynı yere
gittiklerinde iki pehlivanın mezarının bulunduğu yerde gür bir pınar görüp bu bölgeye ‘Kırkpınar ‘ adını verirler.
Edirne’yi alan 1.Murat
burada bir güreşciler tekkesi kurarak güreşin gelişmesini sağlar. Bu
tarihten beride burada panayır ile birlikte yağlı güreşler yapılması bir gelenek halini almıştır.
Dünyanın ilk
posta pulu
Pul’un icadından önce
posta kurumu zorluklar içerisinde çalışmaktaydı. Bu devirde uzaklık ve yakınlığa göre belirlenen posta
ücreti alıcı tarafından ödenirdi. Çeşitli problemlere neden olan bu uygulamada
alınmayan mektuplar postada kaybolup gidiyordu. Bunu önlemek amacıyla
İngiltere’de bulunan ilim yayma derneği posta ücretinin yollayan tarafından
ödenmesini ve bu ücretin alındığını gösteren bir etiketin zarfın üzerine
yapıştırılmasını önerdi. Bu dört köşe etiketin bir tarafı zamklı üzerinde değer yazılı ve taklit edilmesini önlemek
amacıylada bir resim ve ya motif olması gerektiğine karar verdi. Tasarım konusunda açılan ilk
yarışma sonunda dünyanın ilk posta pulunda İngiltere Kraliçesi Victoria’nın
portresinin yer aldığı dizayn birinci seçildi. Kısa sürede basılarak 6 Mayıs 1840 tarihinde kullanıma çıktı.
Yurdumuzda ise ilk posta pulu 1862
tarihinde çıkartılmıştır. Üzerinde
Padişah Sultan Abdülaziz’in
tuğrası yer alıyordu. İlk Türk pulları taş basma denilen bir sistemle
hazırlanıyor ve boyalı süngerlerle
renklendiriliyordu.
İlk Boğaziçi köprüsü projesi
İlk Boğaziçi köprüsü projesi Sultan Abdülhamid tarafından
yaptırıldı.1900 yılında çizilen bu projeye göre Anadolu Hisarı ile Rumeli Hisarı arasında bir köprü
yapılması düşünülmüştü. Proje Bosphorus Railroad Company tarafından o dönemin ünlü mimarlarına hazırlatıldı. Proje
iki kıtayı birleştirecek bir demiryolu rayı döşemesinden oluşuyordu. Buna göre
Avrupa’dan kalkan bir tren aralıksız olarak Bağdat’a ulaşabilecekti. Ancak o
dönemde savaş rüzgarları ve iç karışıklıklar nedeniyle Osmanlı
İmparatorluğu zor bir dönem geçirmekteydi. Bu karışıklık sırasında
Abdülhamid’te tahtan indirilince
projenin uygulamasından vaz
geçildi.
Yalnız yemek yeme
kanunu
Fatih
II. Sultan Mehmet devrine kadar padişahlar kendi eş ve çocuklarıyla bazı
zamanlarda ise devlet erkanı ile birlikte yemek yerlerdi. Fatih İstanbul’u
aldıktan sonra bu alışkanlığı ortadan
kaldırarak tek başına yemek yemeye başlamıştır. Bununla yetinmeyip Osmanlı
kanunnamesine koydurduğu ‘ Cenab-ı humayunu yalnız taam eder ‘ maddesiyle kendisinden sonra gelen padişahları da bu
uygulamaya zorlamıştır.
Şemsiyenin Dili
Eski İstanbul’da
boğazdaki kayık gezileri sırasında şemsiyelerin duruş şekline göre bir
anlamları olduğunu biliyormuydunuz? ? İşte bunlardan bazıları .Şemsiye yan tarafa biraz eğilirse ‘Sana gücendim ‘ biraz daha eğilirse ‘
Oldukça kırgınım ‘ yüzü tamamen kapatırsa ‘ Bir daha yüzümü
göremeyeceksin.Bende seni görmek istemiyorum.’ Sağdan sola geçirilirse ‘ Dön
yoluna git ‘ Ön tarafa doğru hafifçe eğilirse ‘ Bende senden hoşlanıyorum ‘
Biraz daha eğilirse ‘ Teklifini bekliyorum, benim düşüncem olumlu.’ Öne doğru tamamen yatık
durumda tutulursa ‘ Hemen tanışabiliriz’ Yan tutulursa ‘ Seninle anlaşacağımızı
düşünüyorum.’ Açılıp kapatılırsa ‘ Bu gün değil,yarın’ Açılıp kapatıldıktan
sonra sürekli kapalı tutulursa ‘ Gününü sonra kararlaştırırız.’
İstanbul’un
ortası
Eski İstanbul genellikle
Eminönü ve Fatih bölgesi olarak kabul edilirdi. Buraya sur içi veya
Nefs-i İstanbul denildi. Galata, Eyüp ve Üsküdar ise İstanbul’a bağlı beldeler
olarak bilinmekteydi. Hatta burada oturanlar Eminönü ve Fatih bölgesine
gidecekleri zaman ‘ İstanbul’a
gidiyoruz’ derlerdi.İşte o zamanlarda İstanbul’un ortasının neresi olduğu merak
edilmiş.Yapılan araştırma sonucunda Şehzade camisinden Vefa’ya dönen sokağın
köşesi olduğu anlaşılarak buraya yeşil renkli bir mermer dikilir. Günümüze
kadar varlığını sürdüren bu mermerin
durduğu nokta yıllarca
İstanbul’un ortası olarak kabul edilmişti.
Said paşanın
börek merakı
Oburluğu ile meşhur Said Paşa her sabah işe giderken Galata’da bulunan ve
devrin meşhur börek fırınlarından birisine büyük bir tepsi, un,yağ ve peynir
bırakıp kendisi için börek yapılmasını isterdi.
Fırıncı
akşam üstü işten dönen Paşa’nın arabasına börekleri bırakırken kimse görmesin diye tepsiyi bir beze
sarmayıda ihmal etmezdi. Said Paşa’da
mis gibi kokan bu böreğe dayanamaz eve gelene kadar tepsinin çoğunu
bitirirmiş.. Çok yemek yediğini söyleyenlere ise ‘ Ayıplama, insan yaşlanınca
pisboğaz oluyor. Zararlı olduğunu bildiğim halde yinede bu börekleri yemekten
kendimi alamıyorum.’ diye yanıt verirdi.
Anlat derdini
Marko Paşa’ya
1839
yılında doğan Apostol Marko devrin tanınmış
cerrahlarındandı. Sultan Abdülaziz’in özel doktorluğunu ve Mekteb-i Tıbbiye
Şahane adıyla bilinen zamanın tıp fakültesi dekanlığını(nazırlığını ) yapmıştı.
Bir hekim olarak hastalarını ayrıca öğrencileri başta olmak üzere her kim olursa
kendisine bir şey anlatıldığında mutlaka
sonuna kadar dinlerdi. Bundan dolayı’ anlat derdini Marko Paşa’ya ‘tabiri halk
arasında yaygın olarak kullanılır olmuş. Hazır cevaplılığı ile bilinen Marko
Paşa’ya yaşını soran birisine ‘ paramın ve malımın çalınma olasılığı olduğu
için her gün sayarım ama geçen yıllarıma kimsenin dokunamayacağını bildiğimden
onları saymam ‘ diye verdiği yanıt uzun
süre dilden dile dolaşmış.
İlk At
yarışı
Tarihteki ilk at yarışı İÖ 700 yılında Eski Yunanistan’da
düzenlendi. Hitit, Asur,Roma ve Mısırlılarında at yarışlarına meraklı oldukları
da biliniyor. Homeros İÖ 8.yy da
yazdığı ünlü İlyada destanında atlı araba
yarışlarından söz eder. İlk düzenli yarışları ise 17.yy da İngiltere’de Kral II.Charles döneminde yapıldı. Bundan
kısa bir süre sonra ise Kuzey Amerika’da düzenlenen bu tür yarışlara halkın
yoğun bir ilgi gösterdi. At yarışları bu günkü uluslar arası şeklini ise ancak 19.yy
ortalarına doğru kazanır..
Osmanlı zamanında ilk at yarışı Orhan Bey’in Bursa’yı
almasından sonra gerçekleşir.17.yy da Edirne ve İstanbul’da Yıldız köşkünün
bahçesinde at yarışları yapılırdı. 19.yy gelindiğinde ise bu yarışlar daha çok Bakırköy ve Veliefendi
semtlerinde yoğunlaşmıştı.
Cumhuriyet döneminde ilk at yarışı 1924 yılında, Gazi koşusu
ise 1927 yılında yapılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder