Çanakkale
Şehitliklerinden başlayarak tüm Trakya Bölgesini gezmek,
yıllardır hayalimde olan bir rotaydı. 19 Mayıs tatilini de içine
alan bir program görünce hiç düşünmeden kaydımı
yaptırdım.
Cumartesi günü erken saatlerde gezginlerimizle buluştuk. Otobüsümüz kalabalık sayılır ama boş yerler, yerinden memnun olmayanlar için bir alternatif. Kahvaltı ve çay molamız Aliağa’nın şirin köyü Çaltırıdere’de.
Bundan sonra Burhaniye, Edremit istikametinden Kaz Dağları’nın enfes doğa görüntüleri eşliğinde yolumuza devam ediyoruz.
Çanakkale’de yemek molasından sonra Ecebat’a geçmek için arabalı vapur sırasında beklemek çok can sıkıcı. Yoğunluktan yaklaşık bir saat kadar zaman kaybettikten sonra Kilitbayır’da trafik sıkışıklığından yaklaşık iki saat daha kaybımız oluyor. 19 Mayıs tatilini fırsat bilen pek çok okul öğrencilerinin yanı sıra pek çok tur şirketinin buraya gezi düzenlemesi bu yoğunluğu oluşturan nedenlerin başında geliyor.
İlk durağımız Namazgah Tabyası. Günümüzde önemini kaybetmiş olan tabyalar, Çanakkale Savaşı sırasında boğazları savunmak amacıyla yapılmış. Dıştan bakıldığı zaman belli olmayan, içlerinde bulunan askeri donanım ve de özellikle top atışı ile düşmanı durdurmaya çalışan askeri yapılar olarak tanımlayabiliriz. Namazgah Tabyası Müzesi’ni biraz geç kaldığımız, biraz da görevlinin olumsuz yaklaşımları nedeniyle göremeden yolumuza devam ediyoruz. Etrafta bulunan diğer tabya’ları uzaktan da olsa görmek mümkün. Bölgedeki yerleşimin antik dönemden beri var olduğu biliniyor. Bu nedenle her an karşınıza çıkabilen zengin tarihi buluntular ile boğazları savunmak amacıyla çeşitli zamanlarda yapılmış kale veya sur kalıntıları tarihsel bir ziyafeti de gözler önüne seriyor.
Savaş sırasında 200 kiloluk top mermisini top arabasına yüklemesiyle tarihe geçmiş olan Seyit Onbaşı’nın anısına yaptırılmış olan heykelini gördükten sonra Şehitler Abidesi’ne doğru yolumuza devam ediyoruz.
Şehitler Abidesi tüm boğazdan görülebilecek bir tepenin üzerinde muhteşem bir görsellik sunuyor. Bu bölgede şehit olmuş binlerce Mehmetçik’in sembolik mezarları da abidenin yan tarafında. Conk Bayırı’na giden yol üzerinde yaralı bir Anzak Askeri’ne yardım eden Mehmetçik Heykeli ile bu bölgede şehit olan askerleri için Yeni Zelanda Hükümeti tarafından yaptırılmış bir anıt bulunuyor.
Conk Bayırı, mermisi kalmayan Mehmetçik’in süngü savaşlarıyla efsaneleştiği bölge. Anafartalar Savaşları’nın yapıldığı alan ile Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal’in savaşı yönettiği mevziler ve bir şarapnel parçasının kalbine isabet edecekken cep saatine çarpmasıyla ölümden kurtulduğu yer ziyaret edilebiliyor.
Hava kararmak üzere , yolumuz uzun. Akşam yemeği Keşan İlçesi Yenimuhacir Köyünde. Varmamız 22.30’u buluyor. Menü satır kebap ile kasap köfte. Çaylar da içildikten sonra yola devam. Saat 24 civarı Edirne’deyiz.
2. GÜN : Sabah Osmanlı İmparatorluğuna baş kentlik yapmış Edirne’yi gezmeye başlıyoruz. Sabah kahvelerimizi, Meriç Nehri ötesindeki tek toprağımız olan doğal güzelliği ile dillere destan Karaağaç’ta içmek istiyoruz. Tunca nehrinden geçtikten sonra tüm azametiyle Ege Denizine doğru akmakta olan Meriç Nehri ile karşılaşıyoruz. Nehrin etrafında pek çok çay bahçesi ve ufak kafeteryalar Meriç Nehri’ni izlemek isteyenlerin tercih ettikleri mekanlar. Meriç Nehri’nin hemen bitiminde Karaağaç başlıyor. Muhteşem büyüklükteki ağaçları ve her tarafına ayrı güzellik veren yeşil bitki örtüsü ve kendine özgü sessizliğiyle çok dinlendirici bir yer. Karaağaç, Lozan Anlaşması öncesinde Yunanistan topraklarına dahil iken savaş tazminatı olarak bu anlaşmayla ana vatanına iade edilmiş. Bunu hatırlatan büyük bir anıtta günümüzde Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olan eski bir tren istasyonumuzun bahçesinde yer alıyor. Kahve molası sonrası Avrupa’nın ve Türkiye’nin en büyük sinagogunu ziyaret ediyoruz. Aslına sadık kalınarak Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edildikten sonra 2015 yılı mart ayında ziyarete açılmış. Bu muhteşem eseri beğenmemek mümkün değil.
Tekrar otobüsümüzdeyiz. Sırada Osmanlı dönemi eserlerini ziyaret var. İlk olarak Darül Hadis Camii ardından Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı Sarayiçi. Bölge ismini Edirne’nin Osmanlı başkenti olduğu günlerde padişahın yaşadığı sarayın burada bulunmasından alıyor. Eski saraya ait kalıntılar geniş bir alana yayılmış. Sarayın mutfak ve hamam kısmıyla padişahın divan üyeleriyle toplantı yaptığı bina aslına uygun olarak restore edilmesine rağmen ziyarete açık değil. Kırkpınar güreş sahasının etrafındaki alanda bir çok başpehlivanın heykelleri onların unutulmamasını sağlıyor. Balkan şehitlerini düşünülerek yaptırılmış olan anıt mezarda bu bölgede. Çok gidilecek yer olduğundan ziyaretimizi kısa kesip, II.Bayezid Külliyesi ve sağlık müzesine gitmek için otobüsümüze biniyoruz. II.Bayezid zamanında yaptırılmış büyük camiyi dıştan izledikten sonra caminin hemen yan tarafında yer alan sağlık müzesini geziyoruz. Trakya Üniversitesi tarafından düzenlenen bu müzede Osmanlı zamanındaki tıp eğitimi anlatılıyor. O dönemdeki hasta muayenesi, psikiyatrik tedavi, müzikle tedavi, cerrahi müdahaleler balmumu heykeller ile canlandırılmış. Doğrusu çok beğendim, ama yoğun kalabalıktan dolayı tam istediğim gibi gezemediğimizi söyleyebilirim. Öğlen yemeğimiz, Edirne’nin ünlü ciğercilerinden birinde. Edirne’ye kadar gelmişken meşhur ciğerinin tadına bakmadan olmazdı. Yemekten sonra ilk durağımız Üç Şerefeli Camii ve hemen ardından Ulu Camii. Tabi bu camileri gezerken Edirne’nin kendine özgü tahtadan yapılmış evleriyle pek çok Osmanlı eserine rastladığımızı tahmin edersiniz. Köprüler, çeşmeler, bedestenler ve diğer camiler.. Şehri tanımak için sokak aralarında dolaşmaya devam ederken bir anda karşımıza muhteşem bir yapı… Selimiye Camii çıkıyor. Mimar Sinan’ın en güzel eseri olan bu caminin görüntüsünden etkilenmemek mümkün değil. İlk olarak caminin hemen yan tarafında yer alan Osmanlı Dönemi mezar taşları koleksiyonunu gezip, arkeoloji müzesini ziyaret ediyoruz. Edirne çevresindeki höyüklerden çıkartılmış fosil, taş eser ve antik dönem seramiklerinin yer aldığı müzeyi geziyoruz. Müzenin bir kısmı da çevre köy ve kasabalardan toplanan etnografik eserlere ayrılmış. Bahçedeki dolmeni ilginç buldum. Arkeoloji müzesi sonrasında birisi Vakıflar Genel Müdürlüğü diğeri Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanmış olan isimleri aynı içerikleri de bir birine benzeyen iki müzeyi ‘Türk ve İslam Eserleri Müzeleri’ nede kısa birer ziyaret yapıyoruz. Çevresini gezdikten sonra ziyaretimiz, beklide gezimizin odak noktası olan Selimiye Camii. Osmanlı Döneminin en önemli mimari eseri olarak kabul edilen bu camii 1568 yılında, Osmanlı Padişahı II. Selim zamanında 80 yaşında olan Mimar Sinan tarafından yapımına başlanmış ve 1875 yılında bitirilerek ibadete açılmış. Konumu itibariyle hafif bir tepenin üzerinde yer alan camii Edirne’nin her tarafından görülüyor. Caminin çatısı 43.25 metre yüksekliğinde ve 31.25 metre çapında tek bir kubbe halinde. Bu teknik o zamana kadar görülmemiş bir muhteşemlik ve ferahlık sunuyor. Caminin İznik çinileriyle döşeli iç yüzeyinin oluşturulmasında zamanın en tanınmış ustaları emek vermiştir. Ne yazık ki bu güzel çinilerin bir kısmı 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sırasında bir Rus general tarafından sökülerek Moskova’ya götürülmüş.( Selimiye Camii 28 Haziran 2011 günü Dünya Mirası Listesine dahil edildi.) Selimiye Camisi ziyaretimizden sonra Edirne’nin meşhur kallavisinin satıldığı dükkanlara uğruyoruz. Fıstık ve baldan yapılan kallaviyi çok tatlı bulduğum için tercih etmedim. Akşam olmak üzere yemek Meriç nehri kıyısında … Bu gün ne çabuk geçti.
3. GÜN : Sabah kahvaltıdan sonra tekrar yollardayız. İlk durağımız Kırklareli. Şehir merkezinde ağaçlıklı bir çay bahçesinin önünde mola veriyoruz. Çay bahçesinin hemen ön tarafında muhteşem bir çınar ağacı var. Bu anıt ağaç Trakya Üniversitesi tarafından korumaya alınmış. Kısmen bu ağacın kısmen de başka ağaçların gölgelendirdiği bu çay bahçesinde çay ve kahve içenlere katılmıyor, tam karşısında bulunan tarihi bedesten çarşını gezmeyi tercih ediyorum. Küçük olmasına rağmen sevimli bir bedesten. Yan tarafındaki hamamda yıllara meydan okurcasına işlevine devam ediyor. Mola sonrası uzun bir yolculuk sonrasında Dupnisa Mağarasına varıyoruz. Mağara ormanlık ve bol yeşilli bir tabiat güzelliğinin ortasında yer alıyor. Güneşin yere ulaşmadığı bu zengin ağaç ve bitki atmosferini her taraftan akan sular ve minik derecikler adeta bir tablo meydana getirmiş. Mağaranın tamamı ziyarete açık değil. Ziyaret edilen kısmını geziyoruz. Sarkık ve dikitler mağaranın içerinde büyüleyici bir görsellik sunuyor. Dupnisa Mağarası ziyaretimizden sonra hedefimiz yaklaşık 1.5 saatlik bir yolculuk sonrası İğneada. İlk olarak uzun ve muhteşem bir plaj ile karşılaşıyoruz. Gözün görebildiği kadar uzaklara uzanan ve ince kumuyla meşhur olan bu plajın yurdumuzun en büyük plajlarından birisi olduğunu düşünüyorum. Plajın yanı sıra yemyeşil görüntüsü ve doğal alanlarıyla longoz ormanları hemen bu plaj kısmının arkasında yer alıyor. Bu bölgeden çıkartılan kamışların yurt dışında büyük rağbet gördüğünden bahsediliyor. İnanılmaz güzellikteki plajı, muhteşem doğa görüntüsünü bozan yapılaşmanın çirkinliği. Burası yurdumuzun en güzel yeri olmaya aday. Ama tüm bu yapılaşmanın yeniden gözden geçirilmesi şartıyla….
Tekirdağ’a geldiğimizde akşam olmak üzereydi. Otelimiz sahile yakın. Kısa bir dinlence sonrası sonra akşam yemeğine gidiyoruz. Dönüşte sahil kalabalık. Biraz sahilde dolaşıyorum. Bu kadar çok çay bahçesi olan başka bir yer görmemiştim. Ama hepsi kalabalık, gecenin ileri saatlerine kadar sahil canlı ve hareketli. Epey sahilde dolaştıktan sonra otele geri dönüyorum….
4. GÜN : Bu gün gezimizin son günü erkenden kalkıp, Tekirdağ sahilinde biraz yürüyüş yapıyorum. Biraz fotoğraf biraz gezinti sabahımı dolduruyor. Kahvaltı sonrası yayan olarak şehri geziyoruz. Karşımıza her an eski ve tarihi bir yapı çıkabiliyor. Süleymanpaşa Belediye binası, Namık Kemal Anıtı, Valilik binası, Tarihi bedesten ve camileriyle eski evlerini görüp Tekirdağ sokaklarında geziyoruz. Arkeoloji ve Etnografya Müzesi de ziyaret ettiğimiz diğer bir mekan. Antik dönemden beri Tekirdağ ve çevresinde pek çok yerleşim kurulmuş olmasına rağmen bunlardan önemli bir kalıntı günümüze ulaşmamış. Arkeolojik araştırmalara yön veren sadece höyüklerden elde edilen buluntular. Müzede sergilenen eserlerde Tekirdağ ve çevresindeki höyüklerden elde edilen ufak eserler ile seramik eserlerden oluşuyor. Daha sonraki durağımız Macar Evi. Macar hükümeti tarafından milli kahramanları Rakoczi anısına yaptırılmış güzel bir ev. Macar evi ziyaretimiz sonrası Tekirdağ’dan ayrılıyoruz. İstikametimiz Gelibolu yönüne.
Gelibolu’da ünlü Mevlevihanesi kapalı olduğundan ziyaret edemiyoruz. Sadece fotoğrafını çekmekle yetiniyoruz. Gelibolu’dan arabalı vapur ile Lapseki yoluyla Çanakkale’ye geliyoruz. Öğlen yemeği molası sonrası ünlü Çanakkale Saat kulesini fotoğraflama olanağı buluyoruz. Peynir tatlısı yemek isteyenler için kısa bir molanın ardından Nusret Mayın Gemisini ve deniz müzesini ziyaret etme olanağı buluyoruz. Nusret Mayın Gemisi içerisinde Çanakkale Savaşlarının canlandırıldığı bir animasyonu zevkle izliyoruz. Müze bahçesinde biraz dolaştıktan sonra gezi programımızı tamamlıyoruz. Kısa molalar sonrası 23 civarı İzmir’deyiz. Güzel bir geziydi..